
Bu
kez televizyonun tek kanallı dönemine heyecan ve merak katan, yaptığı sihirleri
izlemek için ekran başına koştuğumuz, neredeyse yarım asırdır dünyanın farklı
köşelerinde gösteriler yapan ünlü illüzyonist Sermet Erkin’in Karamürsel’deki evindeydik.
Kızı Piraye Nazlı ve sevimli köpeği Sosa ile birlikte bizleri ağırladığı her
köşesi illüzyon, tiyatro ve müzik dolu evinde keyifli bir sohbet
gerçekleştirdik.
Sermet Bey, dünyada
sayılı insanların yaptığı bir mesleği yapıyorsunuz. Sihirbaz olma fikri ilk
nasıl doğdu?
“Sihirbaz
olacağım.” diye bir düşüncem yoktu. Bunun bir meslek olabileceğini
düşünmemiştim. 1965 yılıydı. Her şey Zati
Sungur Bey’in evine kiracı olmamızla başladı. Büyük illüzyonist ve sahne gösterisi
sunan tek kişiydi. İllüzyon sanatını öyle tanıdım. Aile dostumuzdu. O zaman 70
yaşlarındaydı. Son senesiydi, sonrada bıraktı. Çocukken gösterilerini
seyrederdim, evinde de yaşamına tanık oldum. Hoşuma gitmiş olmalı. Zati Bey bir
stüdyo kurmuştu. İllüzyon malzemeleri üretimi, satımı yapıyordu. Böylece
malzemelerin üretim aşamasını da görme şansım oldu. Ölene kadar da yakınlığımız
sürdü.
Sanat hayatınız nasıl
başladı?
Zati
Bey’in ilk defa Anadolu turnesini düzenleyen Necdet Mahfi Ayral’dır. Onunla da
bu vasıtayla tanıştım. Kendisi şehir tiyatrolarının sahne amiriydi. İlkokulda
müsamerelere çıkardım. Beni bir oyunda izlemiş, beğenmiş. Şehir tiyatrosuna
aldı. Ferih Egemen çocuk tiyatrosunun kurucusu ve sanat yönetmeniydi. Onun öğrencisi
oldum. Sonra radyoda seçmeler oldu, çocuk sanatçısı yetiştirilmek üzere. Kazandım.
Vedat Demirci radyo çocuk saatinin yöneticisiydi. Onunla çalıştım. Konservatuarın
çok ilerisinde bir eğitimdir bunlar.
Okulda mandolin çalıyordum. Bir gün İstanbul
Teknik Üniversitesi Maden Fakültesi’ndeki çekime götürdüler. Mandolin hocası
beni bir adama teslim etti. Adam stüdyoda bir şey sunuyordu. Benden şiir
okumamı istedi. Aklıma hiç şiir gelmedi. O zaman yeni şarkıların güftesi
çıkardı. Ben de takip ederdim. Nezahat Bayram’ın bir türküsünü şiir gibi okudum.
Meğer o adam Halit Kıvanç’mış. Beğenmiş beni. “Çocuk haberlerini sunsun.”
demiş. Böylece televizyon deneme
yayınlarında çocuk haberleri okumaya başladım. Yıl 1967. Sanat hayatım böylece başlamış
oldu.
1974’de Muhsin Ertuğrul çağırmıştı. Zati
Bey’in öğrencisi olduğumu öğrenmiş. Geleneksel Türk tiyatrosu kapsamında çocuk
oyunu sahneye koyma projesinden bahsetti. Kukla, Karagöz ve hokkabazı anlatan
bir sahne gösterisinde yer almamı istedi. Böylece Fatih Reşat Nuri Güntekin sahnesinde
illüzyonist olarak profesyonel yaşamıma başladım. O yıl Beşiktaşlılar Derneği’nin fakir
çocuklar için düzenlediği sünnet töreninde ilk defa ferdi olarak gösteri
yaptım.
Ailenizin meslek
seçiminize bakışı nasıldı?
Ailem
karışmazdı. Maddi yönden hiçbir sıkıntımız yoktu. “Oku!” diye ısrar etmediler. Ancak
Zati Bey’in hanımı okulu bitirmem için çok ısrar etti. “Meslek ölür, seyirci
kalmaz, terslik olur. Zati Bey çok kızar, mutlaka bitir,” derdi. İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünü bitirdim. Öncesinde 4 yıl
Türkoloji okudum. Ancak siyasi olaylar nedeniyle bırakmak zorunda kaldım.
Ailenizde sanatçı var
mıydı?
Eniştem,
büyük halamın eşi, zamanın çok önemli emprezaryosudur. Safiye Ayla’yı sahneye
çıkartan, Mulen Ruj Gazinosu’na alan kişidir. Küçük Çiftlik Parkı’nı, Florya
Gazinosu’nu, Kristal Gazinosu’nu işleten adam. Benim adımı Safiye Ayla’nın eşi
Muhittin Targan Bey koymuş. Sermet “ebedî”, demek; Erkin de “özgürlük”, yani “ebedî
özgürlük” anlamına geliyor. Babam, İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi
mezunudur. Üniversitede okurken eniştesinin muhasebe işlerini de yapıyormuş,
yani sanat çevresine yakın biriydi.
Türkiye’nin neredeyse
tamamında sahne aldığınız gibi dünyanın farklı köşelerinde, farklı milletler
sizin gösterilerinizi izledi. Hangi ülkelerdi bunlar?
İllüzyon gösterilerim için alet almaya gittiğimde yaptığım bir gösteri
sırasında İsviçre’nin ünlü bir organizatöründen teklif aldım. Zürih’te batılı
gece kulüplerinde çalışmaya başladım. İsviçre’nin farklı şehirlerinde uzun süre
çalıştım. Almanya, Fransa, Hollanda, Belçika, Avusturya, İngiltere, Macaristan,
Polonya, Çek Cumhuriyeti, Romanya, Sırbistan, Bulgaristan, Rusya, Finlandiya,
İsrail, Nahçıvan, Azerbaycan, Gürcistan, Tataristan, Özbekistan, Kırgızistan,
Türkmenistan, Başkurdistan, Yakutistan, Moğalistan, Amerika, Kıbrıs, İran’da da
sahneye çıktım. Sonra Macarlarla sirk kurdum. Polonya’da turne yaptık. Yurtdışında
hep yabancı organizatörlerle, yabancı işletmecilerin yerinde çalıştım.
Gösterileriniz hâlen
devam ediyor, minik kardeşlerimiz olduğu kadar büyükler tarafından da oldukça
ilgi görüyor…
Zati
Sungur’dan sonra bir tiyatro sahnesinde gişe açıp gösteri yapan bir benim. Hâlâ
da gösteriler yapıyorum. En son Caddebostan Kültür Merkezi’ndeydim. 655 kişilik
salon doluydu, insanlar yer bulamayınca yerlerde oturdu. Bu hafta Kozy Alışveriş
Merkezi’nde gösterim olacak. 48 yıldır bu işi götürmek, seyircinin bilet alıp
sizi seyretmeye gelmesi en büyük göstergedir.
Gösteri sırasında
aksilikler yaşadınız mı?
Yaşadım
tabii. Bir seferinde televizyon programı çekerken elim yandı. Oyuna çok fazla
benzin koymuşum, bir anda metal kızınca çok kötü yandım. Garsonlardan birinin
eldivenini giyip sahneye çıktım. Aynı gün Kervansaray’da ve Hidiv Köşkü’nde
gösteri yaptım yanık elle.
Sihrin bozulduğu,
mesela bir şey ortaya çıkmasını beklerken çıkmadığı gibi bir durumla karşılaştınız
mı?
İllüzyondaki
başarı hissettirmeden sonunu getirmektir. Hiç unutamadığım bir anım var. Kastamonu’nun
Araç ilçesindeyiz. Yapacağım gösteride kutudan önce tavşanlar, sonra ördekler, en
son da keçi çıkacak. Suare oynadık, pazar günü de matine yapacağız. Dekoru, hayvanları
öylece bırakıp gittik otelimize. Ertesi gün hazırlandık, sahneye çıktım. Gösteride
kutudan tavşanlar çıktı, ördekler çıktı, en son keçi çıkacak. Kutuyu şöyle bir
tur attırdım, rahatça döndü. Dönmemesi lazım. Keçinin ağırlığı olmalı. Anladım
ki kutuda keçi yok. Çaktırmadan başka bir oyuna geçtim. Meğer Halk Eğitim binasının
arkasında itfaiyeye açılan bir kapı varmış. Geceleyin itfaiyeciler keçiyi
görüp, “Biz kesip yiyelim, yarın nasıl olsa o çıkartır bir tane daha,”
demişler. Sonra bir kuzu bulduk, öyle
devam ettik turneye.
Antrenman gerekiyor mu
illüzyon sanatında?
“Manupilasyon”
dediğimiz el çalışması vardır ya, iskambilleri çoğaltırsınız, onda gerekebilir.
Ben stand-up şov yapıyorum. Örgüsü ve kurgusu olan bir hikâye içinde sunuyorum.
Bu şovun içinde illüzyon sadece aksesuar. Ancak yeni bir alet geldiyse elbet
çalışırım; bazen de hatırlamak için bakıyorum. Bizim işimizde öğrenmek
önemlidir. Aletin nasıl çalıştığını öğrenmek gerekir.
Dünyadaki illüzyon
sanatını nasıl takip ediyorsunuz?
Dünyada
neler oluyor, satışta ne var, internet üzerinden takip ediyorum; dergiler,
kitaplar alıyorum. Genelde Amerika’dan alıyorum.
Sahnede gösterileriniz
sırasında olmazsa olmaz diyebileceğiniz bir malzemeniz var mı?
Tavşanım
daima oluyor. Şimdi canlı tavşan kullanmıyorum. Eskiden annem evinde bakardı, vefat
etti. Benim evde köpek var, olmuyor. Onun yerine tavşan resmi kullanıyorum.
Dünyanın en büyük
sihirbazı kim? Sizin favori isimleriniz?
Houdini’dir.
Macar asıllı Amerikalı. Holywood filmini yaptı. Birkaç filme de konu olunca
ölümünden sonra popüler oldu. İllüzyonist David Copperfield halkın gözünde şöhrettir.
Paul Potassy, Silvan, Slydini, Saxburger sevdiğim isim yapmış illizyonistlerdir,
sitillerini severim. Paul Potassy’nin tarzı bana daha yakındır.
İllüzyon sanatının
tarihi geçmişi için neler söylersiniz?
Dünyada
ilk illüzyonistler Mısır rahipleridir. Modern illüzyonizm Fransa’da başlıyor.
Robert Houdin daha elektrik icat edilmeden sahnesini aydınlatabilmiş. Sinemanın
mucidi Lumiere kardeşler illüzyonisttir aynı zamanda. İllüzyon oyunu bulmaya
çalışırken sinemayı icat ediyorlar. İllüzyonist Okito, 100 oyun varsa 64’ünü o bulmuştur.
Dünyada sihirbazlığın okulu
var mı?
Olduğunu
söyleseler de yok. İllüzyonu zaman içinde öğrenirsiniz. Sonra kendinize sitil
bulursunuz. Hocanızın olması önemli, kitaplar okuyacaksınız, DVD’ler seyredeceksiniz.
Bir anda olacak şey değil. Sahnede aletle uygulamak yetmez, sunum sanatıdır. İllüzyonistlerin
başarısız olmasının sebebi de budur. Sahnede duruş, yürüyüş konuşma, teknik
bilgi, reji yapacak kadar kapasite gerekir. Ben şanslıyım, Zati Sungur ile
başladım.
Aynı zamanda
koleksiyonersiniz. Neler biriktiriyorsunuz?
Toplam
sayıyı bilememekle birlikte büyük bir kitaplığım var. Okumayı seviyorum. İlk kitabım
karne parası ile Uğur Kitabevi’nden aldığım Lassie’dir. Tiyatrodayken Bilgi Yayınları
ve Varlık Yayınları’nın tiyatro serisini alıyordum. Haldun Dormen, Necdet Mahfi,
Ekrem Dümer, Abdullah Şahin, Tevfik Gelenbe ellerindeki bütün piyesleri bana
verdiler. Kitaplığımda 8000’i aşkın piyes var. Dergi koleksiyonum var. Eski
Türk yazarlarının tüm eserleri vardır. Türkiye’nin en büyük illüzyon kitapları
koleksiyonu bende. Çince, Rusça, Macarca, Bulgarca, İngilizce, Almanca, İtalyanca
olmak üzere...
Karagöz tasvir koleksiyonum var, 1.146
adet. Dünyanın parça başına en büyük koleksiyonu. Karagöz oyunu 29 tanedir,
hepsi var. İmzalı kitap, imzalı resimler
biriktiriyorum. Tiyatro, illüzyon gösterileri afişleri topluyorum. Plak koleksiyonum
var. Taş plaklarımın birçoğu depremde kırıldı. Şu an 1.500 plağım mevcut. Türk
halk müziği ve Türk sanat müziği ile ilgili basılmış long playlerin hemen hepsi,
olmayanların da kaset ve 45’likleri var.
60.000’i aşkın eserin yer aldığı Türk müziği ve halk müziği eserlerinden
oluşan ses kayıt arşivi oluşturdum. Türk müziğinde seslendirilmiş eserlerin yüzde
70’i var.
Köşe Bucak Dünya ailesi
olarak, dergimize konuk olduğunuz için teşekkür ederiz. Son olarak “Sanat
yaşamınızda başarınızın sırrı nedir?” diye sorsam neler söylersiniz?
Başarının
sırrı: Kabiliyet, çalışmak; alt başlığında ise öğrenmek, edinmek, araştırmak
gelir; üçüncü faktör ise şanstır. Benim Zati Bey’le tanışmam şanstır. Muhsin Bey’in
beni davet etmesi de...
Yazı Ve Fotoğraf
Benian Çulhaoğlu