OMA VADİSİNDE YAŞAYAN HAMARLAR

Oturduğu her şeye hakim zirvenin üzerinden, haşmetli ulu dağlarla çevrili vadiyi seyrediyordu. Dağlar aniden  asırlardan beri erteledikleri  bir  kutlamayı yapar gibi yavaşça hareket ederek  sanki dans eden  gök kuşakları ile bezendi. Sonra gökte aynı anda iki tane parlak, berrak dolunay, aralarında çok eski çağlardan, insanlığın ilk günlerinden  çıkmış gibi görünen bir kadın belirdi. Üzerinde üstü gökkuşağı renginde taşlarla bezenmiş ceylan derisinden bir elbise, boynunda meyve çekirdeklerinden yapılmış kolyeler, kollarında dirsek ve omuz arasında turunç metal kol bilezikleri, yavaş yavaş, salına salına kendinden vahşice emin bir şekilde iki dolunayı  iki eline alarak yaklaşmaya başladı. Dolunayların birini  sağ eline diğerini de sol eline usulca bıraktı. Sonra da eğilerek sağ elinin yan tarafı  üzerine küçük bir buse kondurarak, elini öpüp uzaklaştı.

Rüyadan uyandığında gece yarısıydı. Avludaki çeşmeden yüzünü yıkamaya başladı. Avuçlarını çeşmenin altına götürdü. Avuçları suyla dolarken işaret parmağında bir yüzüğün parıldadığını fark etti. Nasıl olur, hayretler içindeydi, hayatı boyunca hiç yüzük takmamıştı. Üç boğumlu spiral turunç metal üzerinde taşla ezilmiş hissi veren izler olan bir yüzüktü.

 Tekrar yattı. Sabah uyandığında rüyayı hatırlamıştı. Hemen eline baktı. İşaret parmağında yüzük yoktu.

İki bin on dört yılının ocak ayının ortaları bir gün… Habeşistan’dayım. Dolaşırken bir afiş görüyorum. Saçları örgülü kırmızı çamurla kaplı taşlarla bezenmiş ceylan derisinden elbiseli  bir kadın ve yanında sert sert bakan bir yerli erkek. Afişin altında “Omo Vadisi Hamarlar”

O anda karar veriyorum gitmeye. Addis Ababa’dan otobüsle Arba Minch’e… Yollar asfalt fakat tek şerit olduğu için on iki saat sonra varıyorum. Omo Vadisinin kapısı olan Arba Minch’te sabahleyin  Turmi’ye giden bir kamyon ayarlıyorum. Sabah yola çıkıyoruz. İlk tepenin üzerine vardığımızda arkada duru Abaya Gölü kıyısında sabaha uyanan  Arba Minch… Önlerinde içine girdikçe  hiç bitmeyecek hissi veren iç içe geçmiş vadilerden oluşan Omo uzanıyor.

Yokuştan aşağı sallandıklarında Savana’nın tam kalbine doğru yol alıyorlar.

“Koca güney yolu deriz bu yola.” diyor kamyonun şoförü Isaac.

 Buradan itibaren başka bir dünyaya giriyorsun. Önündeki vadi silsileleri günümüzdeki tüm etnik gruplarının geleneklerini olduğu gibi koruyarak yaşadığı topraklardır. Burası insanlığın beşiği diye adlandırılır. Çayırlıklar, ağaçlıklar vadiler içinde kurumaya yüz tutmuş nehirler. Ufku çepeçevre kaplayan mor sıradağlar. Burada tabiat   bazen sade, bazen gerçekdışı bazen de size ayda olduğunuz hissi veren özenle hazırlanmış yumuşak bir karışım gibi. Ve size sizin ne kadar da küçük, miniminnacık olduğunuzun farkına vardıran nefes kesen görkemli, muhteşem manzaralar. Tarlalarda çalışan köylüler, ilk çağlarda ki gibi her şeyi elle yapıyorlar.Tarlalar davarların arkasına takılmış kara sabanla sürülüyor.

Yolda zaman yok… Gözlerin ve ruhun, karşısına çıkan olağanüstü  manzaralar karşısında yaşadığı  keyif  töreni var.

Benzersiz görünüş ve kültürleriyle Etiyopya'nın güneybatısındaki Omo Vadisinin doğusu ile Turkana Gölü’nün kuzeyinde, yarı göçebe olarak yaşayan Hamarların başlıca  yerleşim alanları Key Afer, Dimeka ve Turmi,dir. Çoğunluğu da   Savana’da dağınık bir biçimde elli altmış haneli köylerde tarım ve hayvancılık yaparlar. Sorgum (sudan otu), fasulye ve bazı bitki susam yetiştirirler. Sığır, koyun , keçi sürüleri   vardır.

Boncuklarla bezenmiş keçi derisinden yapılma etekleri, tereyağı ve kırmızı kil ile şekil verilmiş, örgülü saçlarıyla Hamar  kadınları, bölgede güzellikleriyle nam salmışlardır. Üzerlerindeki takı ve süslemelerini kendilerinin  sosyal ve medeni durumlarını ilan eden bir yol olarak  kullanırlar. Örneğin; evli olmayan kadınlar ve genç kızlar güzel boncuklu kolye ve saç bantları takarken, nişanlı yada evli kadınlar en az bir katı metal kolye, ayrıca bacaklarınada  "bilezik" takarlar, boynunun en üst kısmında  “Burkule” yani deri ve metalden yapılmış  geniş, silindirik çıkıntısı bulunan kolye tasımak, kocasının "ilk ve sosyal statusu en yüksek  eşi"  olduğunu gösterir bir kere takıldımı bir daha çıkarılmazlar.

İyi giyimli bir erkek beline bir bez giyip mızrak ve tabure taşır.

Üç gün ve üç gece süren ve kadınların dans ettiği misafirlere yiyecek içecek sunulan genç bir erkek adayının sosyal statüsünü belirleyen  erkek olma törenidir. Sığırların  üzerinden atlayacak çocuğa Ukuli; başaranlara ise Maza denir.

Köyün meydanına arka arkaya sıralanmış sığırların üzerinden bir gidiş ve bir geliş atlayarak gerçekleştirilir. Erkek çocuğun hayatının dönüm noktası olan saniyelerdir. Hayatında bir keredir. Başaramazsa bir dahası yoktur. Sadece başarırsa evlenip ev bark, toprak ve sürü sahibi olabilir. Başaramayanlar ya da reddedenler, evlenemez. Toprak ve sürü sahibi olamaz. Bizde eskilerde  askere gitmeyene, askerlik yapmayana kız verilmediği gibi.

Maza olan erkek diğer köylerden mazalarla en kıdemli maza başkanlığında Savana’nın ormanlarında dolaşır. Sadece süt ve kan içer; et ve bal yerler. Ormanda yatıp kalkar ve Ukuli yapılan köylerde törenlere katılırlar. Babası kendisine evlenecek uygun bir kız bulduğunda kendisini köye çağırana dek. 

Ukuli’nin bir kısmında ise   kırbaçlama ritüeli vardır. Kadınlar, dans eder, şarkılar söyler ve erkeklerin kendilerini kırbaçlaması için onları teşvik ederler. Kadınları kırbaçlayanlar daha önce   maza olmuş  ve evlenme yaşına gelmiş  erkek kardes ya da yakın akrabalarıdır. Bu şekilde kadın ailesine ve kabilesine olan sadakatini gösterir. Karşılığında ise yardıma ihtiyacı  olduğu zaman, erkek kardeşine ‘Bak ben  senin törenin için gerekli olan kanı döktüm. Bu yüzden beni koruyup kollamak zorundasın.’ deme ve  yardım isteme hakkı kazanır.

Hamarlar sadece kendi kabileleri arasında kız alıp verirler. Başka kabile ve ırklarla evlilik kesinlikle yasaktır.

Evlilik hayat için bağlayıcıdır ve boşanma ihtimali yoktur. Evlilikler görücü usulü ve sığır, keçi ve silah gibi diğer mallardan oluşan başlık parası  ödenerek yapılır.Erkek ölürse aileyi kadın yönetir. Ayrıca ölen kocasının genç kardeşleri varsa onlardan da sorumludur. Bir daha asla evlenemez. Kadın da ölen eşinin kardeşleri tarafından korunur.

Hamarlar Gök   Tanrıya inanır.  Ağaçlar, nehirler ve kayalar gibi nesnelerin kalıcı ruhları olduğuna ayrıca cinlerin  insanlar üzerinde doğaüstü etkisinin bulunduğuna ve uygulayabilecek güçte ruhlar olduğuna  inanırlar.

Ölenler üç nehir aşırı gömülürler. Her nehirden geçerken bir keçi kurban edilir. Mezara konulduktan sonra başına üç tane  büyükçe taş ve yapraklı  ağaç dalları serpilir. Bir müddet sonra bu taşlardan bir tanesi mezarının üzerinden alınarak eve getirilir. Babalarının ruhu onlarla beraber olur. Bütün ruhların Omo Nehri’nin diğer yakasında toplandığına inanırlar. Ve ruhun diğer ruhların yanına gitmesi için erkek evladın bir ritüeller dizisinden ibaret olan ve Hamar aksakallıları tarafından denetlenen  bir tören yapılır.

Eğer erkek evlat geleneklere göre töreni başaramazsa miras ve evin reisi olma hakkını kaybeder. Aksakallılar törenin geleneklere göre, kusursuz yapıldığına karar verdiklerinde taş alınıp  diğer ruhların taşlarının olduğu taş yığınına bırakılır. Ruhun Omo Nehri’nin diğer tarafına geçip geçmediğini  şaman haber verir. Geçmişse erkek evlat mirasın sahibi ve evinin reisidir.

Turmi ve civarındaki köylerde üç ay kalıyorum.

Bize yamyam olarak   tanıtılan tarih ve dünya tarafından unutulmuş bu insanların  dünyanın en kurak, yoksul  bölgelerinden birinde, günümüzde hâlâ tarih öncesi insanlar gibi yaşayarak verdikleri hayatta  kalma mücadelesinin eşsizliğine tanık oluyorum.

Hamarlar sağlam ve güçlü karakterli  insanlardır. Yalan söylemez, yalan söyleyeni de içlerine almazlar. Dillerinde  kötü, çirkin ve hakaret, küfür belirten kelimeler yoktur. Konuşmayı çok severler. Yol üstünde durup saatlerce gülümseyerek muhabbet ederler. Sabah güneşle kalkıp akşam güneş batınca yatarlar.

Bizler aslında çok geniş bir insanlık kabilesinin üyeleri olduğumuzu  çoktan unutmuşuz.

Hayatın asil manası  üzerine yoğunlasarak yasayan bu insanlar bize bir yasam dersi verir.

sadece anı yaşamak ve mutlu olmak...


Burada insanlığın ilk hallerine gidilir. Bitmesini hiç istemezsiniz. Onlar bizlerin çoktan kaybettiği   saf, temiz yaşam biçiminin son örnekleridir. Burada masum güzelliğe ve de saf masumiyete dokunabilirsiniz.

Güzel ve sağlam dostluklar kuruyorum Hamar ülkesinde. Her zaman gülümseyen, kavga, gürültü, hakaret bilmeyen, kibar, saygı ve sevgi dolu, huzur verici  dostluklar.

Artık dönüş vakti.

Oyta, Koyli, Ayke, Doktor, Abdul,  Shelo, Dami   kahvede çay içip beni Arba Minch’e götürebilecek. Bir araç  bekliyoruz. Aklıma  Aytu geliyor.

Aytu, lider bir kadın. Şefkatli bir anne… Sol elinin dördüncü parmağı yıllar önce kırılmış... Hâlâ öylece kırık duruyor... Ağaç gövdelerinden yapılmış bir kulübede üç çocuğu ve üç kardeşi ile beraber yaşıyor. Hem çocuklarına hem de kardeşlerine bakıyor. Yüz bin yıldır hiç değişmeden yaşayan Hamar kadınlarından sadece biri. Turmi’de zaman yok. Dün, ona, yarın Turmi’den ayrılacağımı söylemiştim.

“Sabah kalktığında gel, kahve içeriz. Sonra da gidersin.”demişti. Çocuğunu emziriyor. Bir kahve verdi. Daha kahveden iki yudum almadan haber geldi. Arba Minch,e giden bir kamyon bulmuşlar.

“Acele yakalaman lazım” dediler.

Aytu’ya başımla işaret ettim. “Gitmem gerek.”

Gözleriyle ‘bi dakika’ dedi. “Bekle, araba da beklesin...”

Kulübenin içindeki taş ocağının üzerinden kahveyi kaldırdı. Sonra eliyle bir tutam ot alıp ateşin üzerine attı. Kulübenin her yeri güzel kokan bir dumanla kaplandı. Ve Aytu Hamar dilinde bir şarkı söylemeye başladı. Dua ediyordu. Sonra aniden tutup elimi öptü. Ben de onun elini öptüm. Gülümseyerek ayrıldık...

 Vedalaşmadan kamyon hareket ediyor. El sallıyorlar.

Kendi kendime  bir daha, bir daha geleceğim diyorum.

Biraz sonra gözüm elime ilişiyor. Sol elimin işaret parmağında üzerinde taşla ezilmiş hissi veren izler olan üç boğumlu spiral turunç metal  yüzük.

Yazı Ve Fotoğraf
Bülent İNANÇ