Nikaragua Amerika Kıtası’nın Yüreğinde

Nikaragua Fahri Konsolosu Önder Yücer Bey'in Katkılarıyla.

            Kimi ülkeler hani hep savaşla anılır ya! Benim de Nikaragua denince aklıma, üniversite yıllarından hatırladığım Samoza iktidarına ve elbette dolayısıyla ABD’ye karşı savaşan sol görüşlü öğrencilerin desteklediği “Sandino” gerillaları gelir. Doğrusu, bu denli gelişmiş, turizm atağı içinde, yeşil ve samimi bir ülke beklemiyordum.

Bu topraklar çok çok eziyet çekmiş. Başkent Managua’yı yok eden depremler, volkan patlamaları, 100 bin kişinin ölümüne neden olan ve 10 yıl süren korkunç bir iç savaş... Bugün %12’si yerli ve %80’ni İspanyol ve yerlilerin karışımı melezlerin oluşturduğu 6 milyon kişi yepyeni heyecanlar içindeki bir ülkenin kaderini tekrar çiziyor.

            Kahve, ülkenin bir numaralı gelir kaynağı. Fransa, Japonya, Kanada ve ABD’ye kahve satıyorlar. Ayrıca tütün, sığır eti, on beş çeşit muz ve su ürünleri de ihraç kaynakları. Ama esas ümitleri turizmde! Bu ülkenin Pasifik bölümünde; 25 volkanik dağ, 12 volkan krateri ve 900 ada ile 2 de büyük göl bulunuyor. İster inanın ister inanmayın üniversite mezunu kızların sayısı, erkeklerden fazla ve parlamentosunun %25’ini “dişiler” oluşturuyor. İç savaşın bir sonucu olarak ülkede hanım oranı erkek oranının iki katı.

            Tabii buraya ilk uğrayan yine CristofColomb. Yıl 1521. Arkadan da Panama’da yerleşmiş olan karargâhtan yollanan İspanyol askerler bölgeye gelir, Leon ve Granada kentlerini kurar. Leon kentini önce deprem, ardından volkandan püsküren lâvlar tamamen yıkar. İkinci Leon kenti ise, bugün de, Kuzey Nikaragua’nın önemli bir yerleşim alanı. Samoza ailesi, yani baba ile iki oğul tam 50 yıl Nikaragua’yı yönetir, yani bir bakıma da “sömürür”. Bu arada bu aileye karşı mücadele eden Sandino ile arkadaşları, ülkesinde ve dünyada efsane bir kahraman oldu.

Suyun Öbür Yanı Managua

            Nikaragua’nın başkenti Managua, 1972 depremi sonrası fay üstüne ve yüksek binalara inşaat izni verilmediğinden, bol yeşil alana sahip bir şehir kimliğine bürünmüş. Nobel adayı şairlerinden RubenDario’nun heykelleri, ülkenin popüler sporu olan beyzbol stadyumu, Topkapı isimli bir Türk lokantası, Bolivar Bulvarı, Managua Gölü’nde geniş alana dağılan sazlıklar ve flamingolar, bir elinde bayrak, diğerine kazma ile saçları rüzgârda dağılan işçi heykelleri ile bu başkent hoşunuza gidecektir.

            Managua’da bana her şey sanki ağlıyormuş gibi geldi. İnsanlar, binalar, devrim heykelleri... Ayrılırken kente dönüp “Ağlama!..” diye haykırmak geldi içimden: “Ağlama Nikaragua, kaybetmek ‘haksız’ olmak değildir!..”

            Managua’nın ana meydanı “Plaza de Republica”da bir dizi önemli bina var. Burada Millî Saray (PlacioNacional), Antigua Katedrali ve RuberDario Ulusal Tiyatrosu bulunuyor. Depremde çöken katedralin yerine, çatısı çok sayıda ufak kubbelerden oluşan ve camiye benzeyen yeni bir katedral inşa ediliyor. Başkent Managua aslında her yere, göllere, volkanlara, okyanuslara, kültürlere yakın.

            Managua 1972 Depremi’nden sonra yeniden yapılaştığı için sokak isimleri, bina numaraları yok. Bir adres bu kentte ancak şöyle anlatılıyor. “Elhamra Sineması’nın yanındaki sokağa girip, 50 metre gidince, bakkalın bitişiğindeki çıkmaz sokakta bulunan kırmızı kapılı ev.” Bunun farkına varan ünlü U2 grubu Managua için ilginç bir parça hazırlamış. “Where Streets Have No Name.”

Granada, Büyük Göllerin Küçük Sultanı

            1524 yılında, şu anda soyadı ülkenin para birimi olan, ayrıca “adına” İspanya’da bir kent bile bulunan F. Fernandez de Cordoba tarafından kurulan Granada, Guatemala’daki Antigua kenti gibi, koloni döneminin bütün izlerini bugün de bütün kimliğinde taşıyor. Korsan saldırıları, on yıl süren iç savaş ve psikopat Amerikalı maceraperest William Walter bile kentin bu güzel nostaljisini yıkmayı başaramamış.

Granada’da fayton veya traktörün çektiği oyuncak bir trenle zevkli bir tur atılır; Barok-Rönesans kolonlu koloni binaları arasında gezilir; ağaç yaprakları ile süslenen tahta şişe dizilmiş et parçaları, mısır ve çeşit çeşit tatlılar yenir. Dikdörtgen şeklindeki ana meydanda akşamları muhakkak “piyasa” yapılır. Granada’daki her evin verandasında sallanan koltuklar vardır. Ev sakinleri, bilhassa yaşlılar, sokak kapısı civarında sabırla bir arkaya, bir öne doğru habire sallanır. Kentin meydanında ise her kesimin ayrı bir bölümü vardır. Çocuklar, gençler, çocuklu aileler, transseksüeller ve hatta hayat kadınları, güneşin batması ile bu meydandaki yerlerini sessizce alırlar. Canlı renkleri, faytonları, cıvıl cıvıl parkları, insanın içini kaynatan Latin ezgileri, Arnavut kaldırımları, açık hava heykel müzesini andıran mezarlığı, kırmızı çiçekli mozaik ile kaplı avluları ile insanda “İyi ki geziyorum ve buraya geldim.” dedirtecek bir kent Granada.

            Granada, ticaretle zengin olunca iki defa korsan saldırısına uğrar. İngiliz, Fransız ve Almanlar bu kenti ele geçirmek için savaşır. Orta Amerika’da hemen hemen bütün kentler yüksek platolara yerleşmiş iken, göldeki ticareti kontrol etmek için Granada ovayı tercih etmiş. Granada ayrıca, Orta Amerika’da “ilk kurulduğu konumunu koruyan en eski kent” ünvanını da elinde tutuyor. Barok stilinde 1539 yılında inşa edilen Inglesia de la Merces Kilisesi’nin kulesinden kenti seyretmenizi öneririm.

            Nikaragua Gölü kıyısında motorla bir göl gezintisine ne dersiniz? Ağaçlar ve adalardan kurulu zevkli evler arasında 45 dakika gezip mango ağaçları arasında dolaşan beyaz suratlı maymunları, rengârenk kuşları, balıkçıları, zıplayan balıkları, tatlı su köpek balıklarını göreceksiniz. Nikaragua Gölü içinde yer alan kum saati şeklindeki Ometepe Adası’nda ikiz volkanlar bulunmakta. İki okyanus arası seyahat eden ünlü yazar ve maceraperest Mark Twain, ikiz volkanları görünce defterine şöyle bir not düştü: “Hayal edilebilecek en yumuşak ve yoğun yeşilliğe bürünmüş iki muazzam piramit, dağların üstü çok çok güneş ışığı ve gölgelerle bezeli, etrafını saran bulutları delip geçiyor.” Mark Twain Nikaragua’ya 31 yaşında geldi. Seyahat notları San Fransisco’da Alta California gazetesinde “Bay Brown’la Seyahat” adı altında yayınlandı.

        Nikaragua, meyveli şeker renkli binaların, görkemli tüylere sahip kuşların, argonatların ülkesidir. Orta ve Güney Amerika ülkelerini gezdikçe aklıma bir soru geliyor: İspanyolca konuşan, İspanyol kültürüne yakın 30 civarındaki bölge ülkesinde, İspanya niye ticarette ve siyasette etkili değil de bütün ipleri ABD’nin eline vermiş?

Kısa Kısa Nikaragua

• Nikaragua bayrağında mavi, okyanusu; beyaz ise toprağı simgeliyor.

• Bu coğrafyada beyzbol, futboldan daha popüler. Beyzbol stadyumunun adı “DennisMartinez”.

• Geleneksel Nikaragua çalgısı Marimbelya’ya keman, mandolin ve gitar eşlik ediyor.

• Adına yapılan bir ilkokulu ziyaret ettiğimiz, metafizik üzerine çalışmalar yapan ünlü şarkıcı RubenDario “Yaşam ve ölüm sorunu var oldukça şiir de yaşayacaktır.” demiş. RubenDario İlkokulu’nun duvarına Dario’nun diğer bir sözünü işlemişler: “Ülkem ufak olabilir ama hayallerimiz büyük.”

• Nikaragua’nın karayolları, Kosta Rika’dan çok daha iyi.

• Bu ülkenin Karaib Denizi’ndeki CornIslands, turkuaz sahilleri ile deniz, kum, güneş tutkunlarını bekliyor. Kuzey Nikaragua’da ise kahve çiftlikleri arasında kovboy yaşantısını tadabilirsiniz.

• 1998 yılında Mitch Kasırgası da bu coğrafyaya büyük zarar verdi.

• Orta Amerika ülkeleri, genelde pahalı değil.

• San Juan Nehri ve Nikaragua Gölü kullanılarak iki okyanusu birleştirecek bir proje acaba yakın bir gelecekte gerçekleştiremez mi? Böylece Panama Kanalı’na bir rakip olur.

• Nikaragua’da Masaya Millî Parkı ile aktif Masaya Volkanı’nın krateri bence görülmeli. Kuş seslerinin senfonisi ve iguanaların eşliğinde modern anlayışla hazırlanmış bir müzeyi gezip sonra volkanın kraterini seyredersiniz. Bu volkan, 2001 ve 2003 yıllarında ciddi kaya fırlatması gerçekleştirdi. Bu yüzden ziyaretleri sınırlamışlar ve misafirlere baret veriyorlar.

 

Yazı Ve Fotoğraf
Prof. Dr. Orhan KURAL - Nikaragua Turizm Bakanlığı