
Gezgin ve
Finans Uzmanı Mehpare Sözener, kendisini şu cümlelerle tanıtıyor:
“Boğaziçi Üniversitesi 1988, Wayne State University-MBA 2000 mezunuyum. Hem
Türkiye’de hem de ABD’de bankacı olarak çalıştım. Ülkeleri gezerken gezip
gördüklerimle ilgili ülkemizde ve ABD’de seminerler verdim. Hürriyet Seyahat ekinin 10. yıl gezi yazısı yarışmasında
2013’te birinci oldum ve www.mehparesozener.com adlı bir blog’um var.
2009’dan beri de Peru’dan Taaa…hiti’ye Kültürel Farklılıklar Çalıştaylarını
okullarda ve kuruluşlarda gerçekleştiriyorum...”
Birçok okul bitirmesine rağmen, “Çok
okuyan mı, çok gezen mi” sorusuna hiç düşünmeden “çok gezen” cevabını veren
Mehpare Sözener, 60’tan fazla ülkeye gitmiş. Onun için modern zamanın Evliya
Çelebisi demek çok da yanlış olmasa gerek...
Gezme
merakınızın kaynağı nedir?
İlkokuldayken siyah beyaz televizyonumuzda her hafta farklı ülkelerden
çocukların oyunlarını, hayat stillerini gösteren bir program vardı. Program
başladığında televizyonun önüne yapışırdım. Hep o çocuklarla beraber ülke ülke
gezmek, onlarla yaşamak isterdim.
Peki,
seminerler nasıl başladı, hedef kitle kim?
Global ama farklı bir dünyada yaşamaktayız. Çin’in soya fasulyesine olan talebi
Brezilya’daki çiftçilerin yağmur ormanlarını yakıp tarla açmasına sebep oluyor
ve tüm dünya bundan etkileniyor. Japon ve Amerikan firmalarının, öndeki araba
yavaşladığında kendi kendine fren yapabilen arabaların üstünde çalışması
Hindistan’da yıllardır otobüs ve trenlerin üstünde ayakta hiçbir şeye
tutunmadan giden yolcuların umurunda mı? Her ülke, her kültür farklı.
Seminerlerimde amacım hem uluslararası iletişimde kültürel farklılıkların
önemini anlatmak, hem de katılımcıların her alanda kendinden farklı olanı
korkusuzca kabul etmesini sağlamak. Dünyanın nasıl bir yer olduğunu merak
edenlere de hitap ediyor bu seminerler.
Gezilerin
size faydalarını sorsak...
Öncelikle, kendimi tanıyorum. Önyargılı olmadığımı sanırdım. Oysa Nepal’de saçı
sakalı birbirine karışmış adamdan kaçarken, Nepalli rehberin ona kutsal adam
demesi beni hâlâ çileden çıkarabiliyorsa demek ki hâlâ önyargılıyım. Hayatta
öncelik sıralarını düzenlemeyi öğrendim. 5 dolara Kamboçya’da 3 kişinin hayatını
kurtarabiliyorsunuz. Nasıl mı? Cibinlik alarak. Sıtma büyük sorun o coğrafyada.
Tahiti’de, Laos’ta ya da Tibet’teki insanlar bizden daha az mutlu değiller.
Demek ki mutluluk materyallere bağlı bir şey değil.
Gezmek için
zenginlik şart mı?
Kesinlikle hayır ama vizyon sahibi olmak gerekir. İlk işe başladığım sene, yurt
dışına gitmeye karar verdim. En yakın arkadaşımsa araba alıyordu. İş yerindeki
arkadaşlarımdan biri, “Neden seyahate para harcıyorsun, bak döndüğünde
arkadaşının arabası olacak, seninse hiçbir şeyin!” dedi. Ben de “Benim de
anılarım ve resimlerim olacak, araba eskir ama anılar eskimez!” dedim.
Peki,
turları mı tercih edersiniz yoksa bireysel gezileri mi?
Bireysel gezileri tercih ederim. Hele bir de o ülke vatandaşının evinde
konaklayabilirsem daha da mutlu olurum. Belçikalı arkadaşımın evi o kadar
eskiydi ki tuvalet bahçedeydi. Meksikalılar oldukça kibardı. 1988 Gilbert
kasırgasında Monterrey’de mahsur kaldık. 45 senedir kuru olan nehir, kasırgadan
sonra çağlamaya başladı, şehrin batısı ve doğusu arasından ulaşım kesildi ve
Meksikalılar bizi rahat ettirmek için ne yapacaklarını şaşırdılar.
Bundan
sonraki hedefleriniz, planlarınız neler?
En büyük hayallerimden biri de bir gün Kamboçya’da bir insani yardım
projesinde çalışmak. Neden Kamboçya? Çok fakir olmalarına rağmen dilenmeyen
insanlarla karşılaştım yol boyunca. Tüm gün çalışan bir baba ailesine günde
sadece 2 kez yemek yedirecek para kazanabiliyor. Mekong nehrinin üstünde
tekneden yapılma bir okulda gencecik bir öğretmen ders veriyordu. 12 yaşındaki
çocuklar İngilizce konuşuyordu, inanamadım. Oysa “high-tech” Japonlar el kol
hareketiyle yol tarif edebiliyordu. Bu çocuklarsa sazdan nehirde direklerin
üstüne çakılarak yapılmış evlerde oturuyorlardı. Temiz suları yoktu. Dünyanın
her yerinden insanlar 250 dolara kuyu açtırmış, bu kuyular 13 sene boyunca
temiz su sağlayabiliyordu. İnsanların dikkatini çekmek içinse her yere kocaman
panolarla bu kuyu Japonya’dan bilmem kim ailesince açıldı diye ilanlar
koymuşlardı. O yılbaşı eski eşimle ben de birbirimize yılbaşı hediyesi olarak
kuyu açtırdık Kamboçya’da...
Mehpare
Sözener’in Kamboçya’da açtırdığı ve 250 dolara mal olan kuyunun başına konulan
özel tabelada ay-yıldızlı bayrağımız da yer alıyor.
Peki, İstanbul’da en çok ne yapmayı
seviyorsunuz?
Ayasofya’da
huzur buluyorum, tüm kalabalığına rağmen. Sadberk Hanım Müzesi benim gibi
etnografik eserler seven biri için bir cennet! Sabiha Tansuğ Kültür ve Sanatevi’ni,
sahibesi Sabiha Hanım’ın eski İstanbul hikâyeleri eşliğinde gezmeninse tadına
doyum olmuyor. Siz hiç dehlizlerdeki Bizans saraylarını gezdiniz mi?
İstanbul’un üstü gibi altı da bir tarih madeni! Boğazda Hekimbaşı Salih Efendi
yalısında klasik müzik konserine gitmek bir diğer huzur unsuru benim için.
Dünyada
Türkiye’nin sizin için yeri desem?
61 ülke
sayısız şehir gezdim ama Türkiye’deki coğrafi ve kültürel farklılıkları hiçbir
ülkede bulamadım. Çoğu ülkede bir şehri gördükten sonra diğerleri birbirine
benzemeye başlar. Ben yabancılara Türkiye’nin resimlerini gösterirken bakın
göstereceğim resimlerdeki şehirler ve tarihi yerler hep birbirinden farklı diye
uyarırım. Pamukkale Kapadokya’ya benzer mi, Efes İstanbul’a, Harran
Karadeniz’e? Oysa gidin başka bir ülkeye bir yerden sonra hep birbirinin
tekrarı gibi gelmeye başlayacaktır. Yemeklerimiz bile farklı, bir yanda ot
ağırlıklı bir yanda et, bir yanda tereyağı diğer yanda zeytinyağı!
Gezdiğiniz
yerler içinde en güzelini sorsak?
Dağlar bakımından en güzel ülke Peru. Devasa dağların önünde yok olduğunu
hissediyor insan. Dünyada aslında bir hiç olduğunu anlıyor. Deniz bakımından en
güzel yer ise Bora Bora Adaları. Astronotların dediğine göre havadan gözüken en
güzel adalar bunlar. Helikopterle geziyorum; sanki bir çocuk acemice resim
yapmış. Denizi boyarken çalakalem mavi kullanmış, hatta öbek öbek dökmüş
maviyi, karıştırmayı unutmuş. Su o kadar berrak ki havadan köpekbalıkları
gözüküyor. Adanın etrafında mercan kayalıkları bir simit gibi duruyor ve
kayalığın dışı lacivertken, içi firuze. Bitki örtüsü olarak ise Kamboçya kadar
şaşırtan başka bir yer yok beni. Ağaçlar tapınakların ortasından çıkıp tapınağı
ikiye yarmış. Bazı yerlerde kökler, spagettinin tencereden dökülmesi gibi
dökülmüş.
Peki,
o kadar ülke gezdiniz, gördünüz... Karşılaştığınız ilginç durumlar nelerdir?
Etiyopya’da yerli kadınlar güzelleşmek adına dudaklarına tabak takıyor.
Küçükken alt dudaklarındaki kası kesiyorlar ve gittikçe daha büyüyen tabaklarla
alt dudaklarını büyütüyorlar. Yine bu kadınlar, erkeklere güçlerini kanıtlamak
uğruna kendilerini erkeklere kızılcık sopasıyla dövdürüp sırtlarında yaralar
açtırıyorlar. Meksika koyu Katolik bir ülke ama San Cristobal de la Casas’da
hem Pagan hem de Katolik olan bir grup insan yaşıyor. Hastalanınca kiliseye
gidip horozun boynunu kırıyorlar. Kola içip geğirerek kötü ruhların vücutlarını
terk ettiğine inanıyorlar. Bhutan’da sigara içmek yasak ama kafa yapan “bettle
yaprağı” çiğnemek serbest.
Farklı
ülkelerden kum örnekleri topladım ve hepsini cam kavanozlara koyup etiketledim.
Gördüm ki hepsinin rengi ve yapısı farklı ama hepsi kum. Dünyadaki insanların
da hepsi farklı ama hepsi insan.
Yazı Ve Fotoğraf
Betül Altınbaşak