
Eksikliğini hissediyor ve
özlüyoruz…
Uzun yıllardır çocuk edebiyatı ile ilgileniyorsunuz.
Ancak şimdiki çocukların teknoloji karşısında, okulda, şehir hayatı içinde
karşılaştığı sorunlar artarak büyüyor. Çocuk olmak zorlaşıyor mu?
Çocuğun zamandan bağımsız kendi gerçekliği var. Çocuk her yerde ve her zamanda kendi doğası içinde çocuk. Ama çevresindeki plastik dünya geniş ya da dar olabilir, o ayrı bir bahis. Modern yaşama biçimleri ve buna bağlı sorunlar, aslında büyüklerin sorunu, ama ister istemez çocuğa da bulaşıyor. Sıkıştırılmış ve artık yaygınlaşmış kent hayatı, çocuk bilincinin ve pratiğinin gereklilikleriyle çoğu zaman örtüşmüyor ve onu kısıtlıyor. Ama burada bile çocuklar çocukça çıkışlarla kendilerine çocuksu alanlar açmayı çoğu zaman bize rağmen başarıyorlar. Bununla birlikte dijital dünyanın aşırı konforu, çocukları da edilgin bir çerçeve içine 'kendiliğinden' hapsediyor. Dünyanın her yanında, özellikle de metropollerde muhtelif çaptaki ekranlar karşısında 'büyülenmiş' gibi duran çocuk fotoğrafları bol miktarda bulunuyor. Bunun bir üst versiyonu gençler arasındaki 'sosyal medya' tutkunluğu. Bu yeni yaşama biçiminin kesin sonuçları hakkında konuşmak için henüz erken. Bu türde bir varolma biçimi bireysel ve toplumsal alanlarda hangi yıkıcı ya da yapıcı sonuçlara yol açacak, bu henüz tam anlamıyla bilinmiyor. Bir de dijital teknolojinin kendini sürekli yenileme hâli var tabii. Öyle ki gençler bile bu hıza ayak uydurmakta güçlük çekiyor. Bekleyelim, göreceğiz.
Çocuk dünyası imgelerin dünyası… Bir yazar için çocukluğu
düşünmenin kazandırdığı zenginlikler nelerdir?
Bitimsiz bir şey bu. Sınırı büyümek maalesef. Çocuklar hiç bir zaman imkânsız şeyleri istemezler. O yüzden çocukların isteği hemen yapılmalı, ama büyümüş ya da büyüklerin çeşitli sakâletleriyle deforme olmuş istekler değil. Çocuklar için yazmadan önce çocuklar için düşünmek elzem. Çocuklar için düşünürken de biraz çocuklaşmak, onların baktığı açılardan bakmaya çalışmak gerekiyor. Sonra bu açılardan bakınca görülenleri edebiyat disiplini içinde yazmak, yorumlamak... Sonrası iyilik-sağlık.
Peki ükemizde çocuklar için üretilen edebî eserleri sayıca ve içerikçe yeterli buluyor musunuz?
Ülkemizde artık çok sayıda kitap yayınlanıyor. Bunların bir kısmı ticarî kaygılarla olsa da, çocuk edebiyatı alanı diyelim bir yirmi yıl öncesine göre nitelik ve nicelik açısından oldukça iyi durumda. Dünya çocuk edebiyatından iyi tercümelerin yayını bir kaç yayınevi tarafından devam ediyor, bu önemli. Çocuklar için yazan/yazmaya heves eden herkes bu işin çocukça bir iş olmadığını biliyor/bilmeli. Edebiyat disiplini biraz daha damıtılmış olarak çocuklar için yazan herkesi ilgilendiriyor. Ancak okullarda okutulan/çocuklara almaları yönünde yer yer psikolojik baskı yapılan kitapların seçimi oldukça tuhaf. Bu daha çok pazarlamacı ve okuldaki ilgililer arasında gelişen bir durum. Hastanelere ilaç pazarlaması gibi bir şey maalesef bu alanda da var. Pazarlama gücü yüksek şirketlerin şemsiyesi altındaki yayınevleri ve kitaplar dışındaki kitapların okuldaki çocuğa ulaşma şansı pek yok. Bu da takdir edersiniz ki can sıkıcı bir durum. Burada bir filtre ve seçme mekanizması devreye girmeli ama bu kesinlikle edebiyat ve estetik değer açısından bir tutum olmalı. Yoksa 'çocuğa kitap okutuyoruz işte, daha ne olsun' mantığı sakat.
Aynı zamanda bir şairsiniz. Şiirin bir tanımı var mı
sizce?
Şiir ile ilgili konuşabilmek için öncelikle anlamlılığı ve anlamsızlığı konuşmak lazım gelir. Şiirin ne olduğu konusu yüzyıllardır şairlerin ve eleştirmenlerin tarif etmeye çalıştığı bir şey ama şiirin bir tanımı yoktur. Bunun üzerinde konuşmak bu nedenle anlamsızdır. Çünkü her şairin değişik bir şiir anlayışı vardır. Şiir hakkında edebiyat hakkında kesinleşmiş kanunlar var; bunların bir kısmı saçma olabilir, anlamsız gelebilir, bir kısmı genel kabul görmüştür. Dolayısıyla şiir şudur diyebileceğimiz bir şey olmadığı gibi şiir şu değildir diyebileceğimiz bir şey yoktur.
Hakiki şiir nedir?
Mesela, Fas (İran) topluluğu bu coğrafyadandır. Burada tavşana niyet çektirir gibi sokaklarda çocuklara beyit çektiriyorlar. Çok cüzi fiyatlara İran´da hafızın kitaplarını ezbere bilenler vardır, hafızın hafızı vardır, Öyle insanlar var ve bunlar hayal değil. Günümüzde hala İran´da böyle insanlar vardır yine Arap toplumunda şiirin çok güçlü olduğu çok etkili olduğu topraklardır. Günümüzde şiirin eskisi yenisi yok, bunun bariz sebebi var artık başka bir dünyadayız, modern dünyadayız. Küçük topluluklar halinde yaşamıyor insanlar ve birbirlerinin sesini duymuyorlar. Artık mahallenin dedikoducusu gazeteler, televizyonlardır. Şiir okuru şair kelimelerle uğraşırken bir efor sarf ediyor. Geçmişteki bilgi birikimine göre şiir yazılır. Kafama esti kalkıp bir şiir yazayım diye bir şey yok. Sizi şiirinizde farklı kılacak şey daha önce değinilmemiş olmasıdır. Bir yabancı şöyle diyor, ‘şiir kitabı basmak büyük kanyondan aşağı doğru gül yaprağı atıp sonra bunun yankısı beklemeye benzer´. Yani bir şiirin başka bir insana ulaşması etki yapması çok güçtür demek istiyor. Başka bir gelip diyor ki şair kendisini yıldırımı umut ederek yağmuru bekleyen kişidir. Şair görünmezin rahibidir. Hakiki şiir anlaşılmadan iletir. Şairler şimdilerde sadece şiirle kalmıyorlar, şiirle başlıyorlar düşünceye atlıyorlar sonra siyasi yazılar yazıyorlar ve toplumu dönüştürmede önemli bir görev üstleniyorlar.
İstanbul dünya tarihi için çok önemli bir yerde duruyor.
Siz de İstanbul'u çok önemseyen ve burada yaşayan birisisiniz. Peki, sizin için
nerede duruyor?
Benim hayatım insanlığın tarihine göre çok az tabii ki. Ama bu kısa ömrüm içerisinde İstanbul neredeyse benim hayatımın bütününü kaplıyor, çocukluğum hariç. Gençliğimden itibaren bu şehirdeyim. Geldim ve daha ayrılmadım. 18 yıl Sultanahmet’te kaldım ve Suriçi’nden hiç ayrılmadım. Tarihi yarımadada yaşadım ve yaşamaya devam ediyorum. Benim için ifade ettiği anlamı ben ömrümün sonuna kadar belki anlatabilirim; çok fazla anısı ve çağrışımı var İstanbul’un… Fakat kısaca şunu söyleyeyim: İstanbul’un dışında olduğum zaman derhal İstanbul’a dönme ihtiyacını duyuyorum. Zannederim bu her şeyi açıklıyor.
İstanbul’da yaşayan biri olarak en sık karşılaştığınız
sıkıntılar neler? Rahatsızlık duyduğunuz bu hususlarda çözüm odaklı proje
önerileriniz var mı?
Ben şehirci değilim fakat 84’te İstanbul’a geldiğimde, İstanbul’un nüfusu 4-5 milyondu. Şimdi 15 milyona yaklaşıyor. Dolayısıyla şehir, şehir olarak kalma hüviyetini ve ihtiyaçlara cevap verme imkânını biraz aştı gibi geliyor bana. Gereğinden fazla insan yaşıyor ve bu durmuyor, hâlâ nüfus ekleniyor ve göç alıyor. Şimdi bir de Ortadoğu’dan gelenlerin cazibe merkezi oldu. Yine betonlaştırılmaya devam ediyor, bu da başta trafik olmak üzere, bir yığın sorunu beraberinde getiriyor. İşte bunlar arasında güvenlikten tutun, sağlık, eğitim, kültür vs. bir yığın sosyal yeni sorunlar ortaya çıkıyor. Yerel yönetimin bütün bunlara yetişmesi zor ama görevi tabii ki. Türkiye bütçesine en büyük katkıyı veren elbette İstanbul. Dolayısıyla bu Türkiye’ye verilen katma değerin İstanbul’a bir şekilde geri dönmesi lazım. Ana sorun şu anda “ulaşım” olarak gözüküyor; bu 30 yıldır böyle. Ve hangi çözüm imkânı sunulsa, birkaç ay sonra durum eskisine dönüyor; çünkü dediğim gibi nüfus artıyor ve yol yerinde sayıyor. Ulaşım alanında -işte bir de herkes arabalı, trafiğe çıkıyor çok sayıda- toplu taşımanın konforlu, süratli ve aralıksız olması dışında, alternatifli, buna metrobüs, metro, deniz ulaşımı gibi çeşitlendirilebilir. Hatta hava taksileri düşünülüyor biliyorsunuz. Bunların hepsi entegre bir şekilde yapılabilir. Biliyorsunuz İstanbul gece de yaşayan bir şehir. 24 saat en azından belli merkezlere bir ulaşım akışını konforlu bir şekilde sağlanması gerekiyor. Halk, şöyle düşünüyor: “Bineceğim otobüste ezileceğim, ayakta kalacağım.” Bu yüzden de yol uzun sürse de arabayı kullanmayı tercih ediyor. Bir de otopark sorunu var malum. Bunun yanında bir de çekici sorunu var. Kimi insanlar nereye koyduğunu fark edemiyor arabayı, çekiciler de gelip çekiyor. Ben de bu durumu çok yaşıyorum. Fakat İstanbul’da yaşamanın bir bedeli var. Bu da bedellerden biridir ve giderilebilir bir bedeldir diye düşünüyorum.
İstanbullu bir şehir sakini olmanın ne gibi yarar ve
zararları var?
İstanbul’da sakin olmak zor! Çünkü nüfus fazlalığı, mahalle hayatının kaybolması, insanların birbirini tanımaması sebebiyle aradaki mesafenin ortadan kalkması ve “ben yaptım oldu” anlayışının şehre taşınması, yani bunun bir yığın sosyal arka planı var; gelip insanların bir yerde arazi çevirip sonradan orada rant mülk sahibi olması, “demek yapınca oluyormuş” anlayışı, yasaların ve yönetimin bunu farklı sebeplerle engelleyememesi veya engellememesi; insanlarda bu şehir kültürüne zıt davranışlar bütününü ortaya çıkardı. Buna kabalık, kendini bilmezlik diyebilirsiniz. Hatta şehir eşkiyalığı denilebilecek olaylar bile var. Bu şu anlama geliyor: İstanbul artık bu şehre gelen insanlara kendi nezaketini, kendi naif anlayışını dikte edemiyor. Gelen insanlar kendi yaşam tarzlarıyla, kendi gelenek ve görenekleriyle ve İstanbul kültürünü dikkate almadan yapılar kurup o yapıyı sokağa, caddeye, yaşamın ortasına çıkartabiliyorlar. İstanbul’da en az İstanbullular kaldı. Dolayısıyla şehrin insanlara bir kimlik gibi giydirebileceği kültür imkânı ortadan kalktı. Bunun sosyal sebepleri de göz önünde tutulmalıdır. Bugün geldiğimiz noktada insanlar birbirine yol verme yahut bir otopark meselesi yüzünden birbirini öldürüyor durumuna gelmişse, biraz durup İstanbul’a ne oldu diye düşünmemiz gerekiyor. Anlatılır hep; eskiden Beylerbeyi’nde vapura binerken insanlar, bir diğerine siz önden buyurun diyerek yaptıkları nezaket karşısında, vapur on-on beş dakika beklermiş. Bu abartılmış bir zarafet göstergesi gibi gelebilir. Elbette böyle olsun demiyoruz, fakat kabaca, itip kakarak yaşama tarzı da kimse istemiyor. İstanbul tabiî ki herkesin fakat ahlaki bir yapılanma da şart. 600 yıllık bir geleneğin şehri olan İstanbul’da yaşıyor olmanın karşılığında bu kadar fütursuz olmamalı insanlar. Elbette insanız, bu yüzden güzellik de vardır yaşadığımız yer de, çirkinlik de… İstanbul, zannediyorum ki sorunları daha çok yaşıyor. Bu sorunlardan biri de “rant duygusu”. Her şeyi mübah gören bir anlayış. Bu da herkese zarar veriyor. İster istemez negatif duygulara kapılıyorsunuz yahut maruz kalıyorsunuz. Dediğim gibi İstanbul’da sakin olmak çok zor. “İstanbul’un sakinleri” yerine “İstanbul’un çılgınları” diyebiliriz.
Yazı Ve Fotoğraf
SÖYLEŞİ: H.Salih Zengin Fotoğraflar: Erkam Aslanoğlu Harfler: Ersin Şahin