
Günün birinde hocanızdan bir
kitap alırsınız ve önemli bir sayfanın kenarını o an boş bulunarak ucundan
katlarsınız. Hocanızdan hiç beklemediğiniz sert bir ses tonuyla: “Kitabı nasıl
incitirsiniz!” ikazıyla karşılaşırsınız. Öyle ya, kitabı seven bir insan olarak
bu hareket affedilir bir şey değildir. Farz edin ki en sevdiğiniz
arkadaşlarınızdan birinin canını yakmışsınızdır.
Rüveyda İlkedar için bu an
unutulmazdır. “Kulağıma küpe olarak taktım hocamın bu lafını. Gerçekten de o an
içim cız etti!” diyor Rüveyda Hanım. “Kitap benim hayatımın bir parçası ancak
ben düşünemedim o an ve sonra...” diyerek devam ediyor, “... o günden sonra
asla bir kitabın ucunu kıvırmadım. Hatta teşebbüs dahi etmedim. Arkadaşımla bu
yaşadığımı paylaştığımda ertesi gün bana hediye olarak bir kitap ayracı
getirdi. Sevindim ve şaşırdım çünkü kitap ayraçlarıyla muhabbetim çok yoktu.
Kitap ayracı familyasıyla henüz tanışmamıştım. Kullanmadığım kâğıtlardan şerit
şeklinde parçalar keser üst ve alt kısmına ‘buradayım’ yazar ve kullanırdım. Onlarla
kitapçılarda karşılaştım. Öyle sevimliydiler ki sonra yurt içi ve yurt dışı
ziyaretlerimde hediye olarak almaya başladım. Genelde ilginç şekil ve
malzemeden olanlar bana hediye ediliyordu. Fark ettim ki aldığım veya hediye
edilen kitap ayraçlarından bir koleksiyon oluşturmuşum. Papirüs, parşömen,
deri, metal, örgü, keçe, kumaş, plastik, silikon, tahta ve ebrudan farklı
şekillerde çeşit çeşit kitap ayraçları yani kitaplarımın yârenleri karşımda
duruyor.”
Elinde elliye yakın kitap ayracı
bulunan Rüveyda Hanım bu ayraçları sürekli kullanıyor. Kendisi için özel
olanları ise ayrı saklıyor. Rüveyda İlkedar kitap ayraçlarından oluşturduğu
koleksiyon serüveninin kitaplardan uzaklaşmadığı sürece bitmeyeceğini
belirtiyor.
Kitap okurken kaldığımız yeri
unutmamak için ve özellikle de kitapları yıpratmamak yani incitmemek adına keşfedilen
kitap ayraçlarına ilk olarak 1500’lü yılların ortalarında rastlıyoruz. 1576
yılında Christopher Barker, İncil’i ilk bastığında sayfaların arasına uçları
püsküllü bir ayraç koyarak I. Elizabeth’e sunar. Zamanla buna benzer kitap
ayraçları kiliselerde kullanılmaya başlanır.
1880’lerden sonra sert kâğıt ve
kartondan üretilen ayraçlar yaygınlaşır. Ayraçların yaygınlaşmasıyla birlikte
reklam sektörü fırsat değerlendirmesi yaparak ayraçlarda reklam kullanmaya
başlar. Girişimci ruh bu alanda da fırsatı kaçırmıyor. :) Kibrit, sabun, parfüm
ve çikolatalar ayraçlar üzerinde reklamı yapılan ürünler arasında baş köşede
yer almaya başlar. Diş macunu ve daire şeklinde ayraçlara bile o dönemlerde
rastlamak mümkün. Hepsi el emeği göz nuru olan bu ayraçlar aynı zamanda
yaşanılan dönemlerin estetik değerlerindeki değişim ve gelişimleri hakkında da
bizlere fikir vermekte.
1900’lü yılların son demlerine
geldiğimizde durumun değiştiğini görüyoruz. El yapımı yerine makine üretimi ile
karşımıza çıkan ayraçlar popülerlik kazandı. Dolayısıyla kitap ayracı üretimi
endüstriyel bir boyuta geçmiş oldu. Artık yeni çıkan her kitabın kendini
tanıtan bir ayracı da bulunuyor. Ayraçlardaki bu çeşitlilik ve popülerlik
çocukların hatta yetişkinlerinde dikkatini çekerek kitap okuma alışkanlığının
kazanılmasında yardımcı olacağı gibi masum bir iyimserliğin ümidindeyiz.
Anlattığımız bu kısım Avrupa kültüründeki kitap ayracının serüveniydi.
Bizim kültürümüzde kitap ayracı
var mıydı? diye merak ettiğimizde karşımıza “Reddâde” çıkıyor. Peki nedir?
“Reddâde” aslında yazma eser ile alakası olmayanlar için çok yabancı bir terim
çünkü eline hiç yazma eser almayanlar bu terimi anlamakta zorlanırlar.
XII. yüzyıla kadar yazma eserlerin
sayfalarına numara konulmuyordu hangi sayfada kaldığınızı bulmak için bir
önceki sayfanın altındaki sol köşeye sonraki sayfanın ilk kelimesi yazılarak
gösterilirdi. Birbirini takip eden sayfaları göstermek için sayfa altlarına
konulan bu kelimelere “Reddâde” denilirdi. Genel olarak reddâde adını alan bu
kelimeler için birçok farklı isimlerde kullanılmış: Sayfaları birbirine
bağladığı için “rabıta”; sonraki sayfayı gözetlediği için “murâkıb, rakabe veya
müşahide”; bir sonraki sayfayı izlediği için “ta’kibe”; bir sonraki kelimeyi
göz önünde bulundurup gözünü ondan ayırmadığı için “pâyende” terimleri
kullanılmış. Halk arasında ise bir sonraki sayfayı kolladığı ve güttüğü için
“çoban”, sayfanın alt kısmında bulunduğu için “ayak”, sayfanın altında tek başına
kalmış kelime olduğu için “garip” denilmiş.
Kitabın içinde sayfayla bütünleşmiş reddâde’ye bu hâliyle hoş düşünülmüş
pratik bir ayraç gözüyle bakılabilir.
Ciltli yazma eserde asıl ayraç
görevi yapabilecek “Miklep” adında bir
parça bulunur. Anlamı Türkçede karga olan “Miklep” ciltli kitabın ön tarafını
örter, sol kapak üzerindedir. Ucu genellikle üç köşe olur ve bu kısım kitabın
arasına girer. Sayfaların ön kısmını korumakla birlikle okuduğunuz sayfanın
arasına miklebi koyduğunuzda, size kitabın kendinden, muhteşem süslemeli bir
ayraç ortaya çıkar:) “Sertap” kısmı ise miklebe hareket imkânı sağlayarak
onunla bütünleşir. Günümüzde özel basım kitaplarda, özellikle de ciltli
basılmış Kurân-ı Kerim’lerde miklebi görebiliriz.
Reddâde ve miklep’den sonra kitap
ayracı görevini devam ettiren ince şeritlere rastlıyoruz. Ciltli kitaplarda,
kitabın boyundan biraz uzun ve kitapta cildin sırt kısmına dikilmiş veya
yapıştırılmış ince çapraz örülmüş iplerden oluşan bu şeritler genel olarak
dikkat çeksin diye olacak kırmızı renkte olurlardı. Bazı değerli kitaplarda
kumaştan yapılanlara da rastlanıldığı gibi ucu deri ile kaplama olanlar da
mevcuttu. Son yüzyıl içinde çıkan her kitapta bu şeritlere rastlamak mümkün. Bir
bakıma kitap ayracının, nevi şahsına münhasır örneklerindendir kendileri :)
Kitap hayatınızın bir parçasıysa
eğer her hâlükârda ayraçlarda bundan nasibini alıyor. Oldukça basit ve pratik
olsun diye düşünülmüş bu buluş estetikle birleşince zaman ve mekânın insanı
değiştirmediğini her yüzyılda gösteriyor. Kitapları sevmemiz ve bol okumamız
temennisiyle … :)
Yazı Ve Fotoğraf
Julide Yıldız