
Milattan önceki zamanlara tarihlenen, Kral Yolu (Via Sebaste) üzerinde yer alan ve Roma, Bizans, Pers, Arap medeniyetlerinin izlerini taşıyarak bin yıldır Türk ve Müslüman olan Meram ilçesi sınırlarındaki "Kilistra", Kapadokya benzeri dokusu, yemyeşil vadisi ile gezginleri bekliyor.
Dr. G. Gülnaz Gültekin
Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi
Anadolu'nun coğrafi, tarihî, manevi kavşaklarından biri olan; binlerce yıldır çok sayıda kültüre, medeniyete, inanca ev sahipliği yapan Konya'nın güneybatısında, Meram ilçesi sınırlarında yer alan bir açık hava müzesi görünümündeki Kilistra'ya bu kez doğu kapısından giriyoruz. Bu kez diyorum, çünkü kaçıncı kez geldiğimi hatırlamasam da, Kilistra'yı ilk ziyaretimi bütün canlılığıyla hatırlıyorum.
KİLİSTRA İLE TANIŞMAK
23 yıl önce, 1995 yılının yaz mevsiminde nüfusuna dört yıldır (evlilik nedeniyle) kayıtlı olduğum bu köyü görme şansına sahip olmuştum. Çok kalabalık bir akraba grubu ile gerçekleşen kısa bir köy ziyaretinin ardından, Su Çıktığı Mevkiinde yapılan piknik ve sonrasında tırmanılan Ali Sumas Dağı gezisi, gerçek bir Kilistra'lı olmamın ilk adımlarıydı.
Daha önce defalarca Konya'da bulunmuş birisi olarak, Kapadokya'yı andıran böylesi muhteşem bir doğal ortamın şuracıkta saklanmış olmasına şaşırdım ilkin. Hatunsaray yolundan sağa kıvrıldıktan biraz sonra tüf şeklindeki kayalar ve kayalara oyulmuş mağaralar karşıladı bizi. İlk iş, köyün girişindeki mezarlığı ve atalarımızı ziyaret etmek oldu.
Mezarlığın hemen yukarısında yükselen sarp kayaların tepesine kademeli bir şekilde kurulmuş olan Kilistra (Gökyurt) köyü, bu kez Mardin'in Midyat'ını hatırlattı. Konvoyumuz, kıvrıla kıvrıla tepeye doğru çıktı; taş evlerin arasından ilerleyip, tarihi Apalak[1] Evinin önünde mola verdi. O kısacık zaman diliminde binlerce yıllık tarihi, nefes olarak içime çektiğimde ve Apalak'ların mısır koçanları, örülmüş başak demetleriyle süslü taş evinden içeri adım attığımda anlamıştım; binlerce yıldır buraya aittim. Ruhum bu coğrafyayı seçmişti. Yüreğimden tüm bedenime derin bir şükür duygusu yayıldı.
AZİZE THEKLA İLE ALİ SUMAS DAĞI'NDA KARŞILAŞMAK
Yaklaşık 20 kişilik bir piknik ekibi Su Çıktığı adı verilen dere kenarına ulaştığında, vadi boyunca bize eşlik eden meşe ormanlarının Konya’da olduğuna tanıklık etmek inanılmazdı. Meşe, Toros yaylalarında büyümüş bu Yörük kızı için çok özel bir ağaçtı. Çayır çimen kokusuna karışan keçi eti kokusunun ardından tırmandığımız Alİ Sumas Dağı'nda karşıma çıkan kilise kalıntıları ve anlatılan hikâye öylesine tanıdıktı ki; sonrasında yaptığım araştırmada buranın inşa edilmesini sağlayan Azize Theakla ile memleketim olan Silifke’deki Aya Tekla Kilisesi’ni yaptıranın aynı genç kadın olduğunu öğrenecektim. Aziz Paulus'tan etkilenerek Hıristiyanlığı seçen ve bu uğurda Romalılardan işkence görmesi nedeniyle kutsanarak Azîze makamına erişen Konya’lı Azîze Theakla, Ali Sumas Dağı'nın doruklarında diğer Hıristiyanlarla birlikte inşa ettikleri kilisede gizlenerek dinlerini yaymışlardı. Daha da ilginci, 2005 yılında yaptığım bir Suriye Ziyareti’nde Şam’a 50 km uzaklıktaki Malula’yı ve Aya Thekla Kanyonu’ndaki kiliseyi görecek, genç bir kızın Konya’da başlayan binlerce kilometrelik inanç yolculuğuna tanıklık edecektim. Ve Malalu’nun Kilistra köyü ile benzerliğini görüp şaşıracaktım.
KİLİSTRALILARA KARIŞMAK
Sonraki yıllarda düzenli olarak Kilistra’yı ziyaret ettik. Her seferinde yeni akrabalar, yeni hemşeriler tanıdık. 1950’li yıllarda hızlanan köyden kente göçün ardından, köy nüfusunun büyük çoğunluğu ülkenin dört bir yanına dağılmıştı. Köy derneğinin yaz aylarında pilav günleri düzenlemeye başlamasını mutlulukla karşılarken, aklımın ve yüreğimin bir köşesinde hep daha başka neler yapabiliriz, sorusunun cevabını arayıp durdum.
KİLİSTRA'YA BAĞLANMAK
Son olarak, köşe taşındaki eski yazıdan 110 yaşında olduğunu tahmin ettiğimiz harap bir evi 2016'da satın alarak Kilistra’ya kendimi bağladım. Sıkmacıgil Sülalesine ait eve beni asıl bağlayan, babamın ve amcamın doğduğu evin tam karşısında olmasıydı. Dedem Hüseyin Gültekin (Üselek) 1950’lerde Ankara’daki yağcılar kervanına katılmak üzere hanımını ve iki çocuğunu geçici bir süre arkada bırakıp yollara düşmüştü. Kısa bir süre sonra onları da yanına alınca evleri sahipsiz kalmış ve yok olmuştu.
70 yıl sonra, üçüncü kuşağın bir temsilcisi olarak dönüş yapıyorduk. Bizi nelerin beklediğinden hiç emin olmasak da, uzun yıllardan beri süregelen bakımsızlık ve yanlış kullanım nedeniyle neredeyse kaybedilme noktasına gelmiş olan bu ortak mirasın gelecek nesillere aktarılması için çaba harcayanların safına katılmak heyecan verici...
HAZİRAN 2018, KİLİSTRA'DA SON GEZİNTİ
Mezarlıkların arasındaki yoldan (Devrek Mevkii) ilerlerken, binlerce yıllık taş parkurun beton kaldırım taşlarıyla döşenmiş olduğunu şaşırarak ve üzülerek görüyoruz.
Yolun hemen üstündeki bölgeye hâkim tepede askeri amaçlarla kullanıldığı düşünülen ve Karakol olarak adlandırılan yapı kompleksi ile karşılaşıyoruz. Bu yapı kompleksi, bir avlunun çevresinde kayalara oyulmuş mekânlardan ve bir sarnıçtan oluşuyor.
Sağımızda gözetleme amacıyla kullanıldığı düşünülen bir kaya kule ve hemen önünde kayaya oyulmuş mezar yerleri...
Rehberimiz, Necmettin Erbakan Üniversitesi Öğretim Görevlisi Dr. Halil İbrahim Çelik anlattıkça, üzerinde dolaştığımız kayalar dile geliyor. Burun Harman Mevkiindeki içi yağmur sularıyla dolu mekânın bir zamanlar bir şapel olduğunu öğreniyoruz. Hazine arayıcıları tarafından dinamitle patlatılıp tavanından ayrılmadan önceki halini gözümüzde canlandırmaya çalışırken tarihi, doğayı, kültürü koruyarak dönüştürmenin yolları üzerine kafa yoruyoruz.
Kilistra doğumlu bir tarihçi olan Dr. Çelik, aynı zamanda Kilistra (Gökyurt) Kültür ve Turizm Derneği'nin yönetim kurulu üyesi... Taşı toprağı okşarcasına attığı her adımda, bölgenin tarihi hakkında bilgi verirken, yapılan araştırmalardan söz ediyor. Son yıllarda akademik dünyanın bölgeye ilgisinde artış olsa da, bakımsızlık ve yanlış kullanım nedeniyle özellikle geleneksel Türk mimarisinin son derece güzel örneklerini yansıtan yığma taş evlerin nasıl hızla kaybedildiğini konuşarak Burun Harmanlar mevkiindeki Kral Mezarları’na doğru ilerliyoruz.
Kilistra antik kenti oldukça geniş alana yayılmış kaya oyuğu yerleşmeleri şeklindedir. Bölgede, sonraki dönemlerin uygarlıklardan kalan görülmeye değer kiliseler, şapeller, manastırlar, şırahaneler, seramik atölyeleri, kayalara oyulmuş ya da taştan yapılmış evler, camiler ve mescitler, çamaşırhaneler, çeşmeler, su kemerleri, sarnıçlar ve daha başka mimari örnekleri mevcuttur. Başlıcaları; Ali Sumas Dağı'nda bulunan kilise ve sarnıç, Roma Köprüsü, Haç Kilise, St. Paul Kilisesi...
Tarihle ve doğa ile iç içe bir gün geçirmeyi sevenler için Kilistra keyifli bir uğrak noktası... Kış hariç her mevsim gezilip görülebilir. Ulaşım özel araç ile Konya Antalya Yolu üzerinden yapılabileceği gibi, Konya Seydişehir güzergâhından da gerçekleştirilebilir. En iyisi bir yönden girip, diğerinden çıkmak… Konya'dan belediyenin otobüsleriyle toplu taşıma yoluyla da Kilistra'yı ziyaret etmek mümkün...
KİLİSTRA HAKKINDA
Konya'nın Meram İlçesine bağlı Kilistra yerleşimi Antik Listra (Hatunsaray) kentinin 15 km. kuzeybatısında yer alır. Yerleşimin güneyinden geçen akarsu, Kilistra Vadisi'ni n can damarıdır. Üç tarafı vadilerle bölünmüş bir yamaç yerleşimi olan Kilistra'nın, Listra şehrinin kalesi olduğu düşünülmektedir.
M.Ö. 2000’li yıllardan bu yana Asurlular, Hititler, Lidyalılar, Persler, Pergamon Krallığı, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular, Karamanoğulları ve Osmanlıların hâkimiyetinde kalarak günümüze ulaşmış olan Kilistra'da antik kaya oyma yerleşim alanlarının üzerine, Osmanlı döneminde yeni bir yerleşim alanı kurulmuştur. 1987’de Konya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Kararı ile I. Derece Arkeolojik Sit Alanı ilan edilen Kilistra, Osmanlı dönemi eserlerini de kapsayacak şekilde 2001'de Kentsel Arkeolojik Sit Alanı olarak kabul edilmiştir.
Kilistra, sit alanı olarak yasal korumaya alınmış olmasına rağmen; köyden kente göç sürecinde boşalan geleneksel Türk mimarisi taş evlerin bakımsızlık nedeniyle yıkılması, hazine arayıcıların arkeolojik eserlere verdiği zararlar, koruma amaçlı imar planının uzun yıllardır tamamlanamamış olması gibi nedenlerle sürekli kan kaybetmiş; acil müdahale
Yazı Ve Fotoğraf
Dr. G. Gülnaz GÜLTEKİN