
Esrarengiz bir
rotamız vardı. Hani bir aralar İş Bankası’nın reklamları ile gündeme gelen
”Papua Yeni Gine”. Hatta bu ülke bir banka reklamı ile bir bakıma aşağılandığını
duyunca bir süre kızıp Türklere vize vermedi. 1930’lara kadar dünyanın gözünden
saklanmış, 800 farklı dilin konuşulduğu, kültürel çeşitliliği ile tüm dünyaya
şapka çıkartan Papua Yeni Gine!
Bu adanın karanlık vadilerinde,
ormanlarında, nehir kıyılarında yaşayan, birbirinden habersiz kabileler
kendilerini sanata, dansa, şarkılara, ritüellere, kıyafetlere, renklere,
müziğe, mimariye adamışlar. Çocuklarını yaşlılar tarafından özel olarak
eğiterek bu geleneklerin devamını sağlamışlar. Sık sık belgesellerde, fotoğraflarda
bu coğrafyanın insanlarını parlak renklerle boyanmış veya çamurla kaplanmış
yüzleri, uzun tüylü giysileri, domuz dişleri, deniz kabuğundan yapılmış
kolyelerle süslenmiş olarak seyrediyorsunuzdur.
İşte Papua Yeni
Gine!
Bu topraklara ilk ayak basanlar 1512
yılında Portekizliler. Onları 1660 yılında ise Hollandalılar takip etmiş.
Almanlar adanın kuzeyini, İngilizler ise güneyini sömürge haline getirip bu
topraklardan on binlerce yerliyi köle olarak pazarlamışlar. Avustralyalı iki
maceraperest 1932 yılında sarp dağların eteklerinde dış dünyadan kopuk yaşayan
kabilelerle karşılaştığında, bunları fotoğrafladığında dünyada büyük yankı
yapmıştı. Yedi bin yıl öncesinin Avrupa’sını yaşayan yerlilerin kullandıkları
aletleri kemik, tahta ve taştandı. Tekerleği henüz bulamamışlardı. Yapraklarla
örtünüp, mızrakla avlanıyorlardı. Beyazları görünce korkup saklandılar ancak
dışkılarını koklayınca korkularını yenip yanlarına yaklaşabildiler. Her
vadideki halkın komşu kültürlerden haberi olmadığı için kültür zenginliği
yeşermişti. Bakir bir doğa, kimyasallarla kirlenmeyen bir coğrafya karşımızdaydı.
Avustralya’ya bağlanan Papua Yeni
Gine ancak 1975 yılında bağımsız oldu. 1930’lu yıllarda paranın varlığından
bile haberi olmayan gençlik bugün Madonna dinliyor, son model cep telefonu
taşıyor, Coca Cola içiyor, ciplerle geziyor. Hatta kısa zamanda popüler
kültürün çekici zevklerine ulaşmak için uyuşturucu içip, kaba kuvvet kullanıp,
beyazları bile fidye için kaçırıyor. Son aylarda bir Japon çift ile BBC
muhabiri böyle bir talihsizliğe uğramış.
Bu ülkenin bayrağında yer alan
endemik cennet kuşunun 42 çeşidinden birçoğunun soyu bugün tükenmiş durumda.
Özellikle 1905 – 1908 yılları arasında 155 bin o güzelim cennet kuşu, tüyleri
için gaddarca öldürülüp Londra ve New York’ta sosyetik hanımların “süsü” oldu.
Bugün ise bu kuşu vurmak “güya” suç!
Resmi dil İngilizce de olsa halkı
bozuk bir İngilizce olarak tanımlanan “Pidgin” dilini kullanıyor. Bu lisanda
“zaman” kipi yok. İstiklal marşları bile İngilizce.
Mount Hagen
İki saat sonra Papua Yeni Gine’nin
yemyeşil doğasını seyrederek başkent Port Moresby’e iniyoruz. Herkesten kapıda
50 dolar olan vize ücreti alıyorlar. Kabilelerin en yoğun bulunduğu dağlık
coğrafyaya doğru uçuyoruz. Mount
Bu yöre için herkes aynı şeyi telaffuz ediyor.
“Tehlikeli.” Otelimiz Highlander’ın tüm duvarlarının üstü elektrikli tellerle
çevrilmiş. 1960 yıllarına kadar deniz kabuklarının para yerine geçtiği, takasın
uygulandığı bu coğrafyada bir gün daha sona erdi.
Kabileler, Boyalı
Yüzler, Danslar, Orkideler, Renklerin Ahengi, Tuhaf Hayvanlar ve İşte Papua
Yeni Gine
Bence gezimizin dönüm noktası bugün.
Rehberimiz Malkom ve koruyucularımız eşliğinde yola çıkıyoruz. Önümüzde
İlk uğradığımız köyün adı Paiya. Burada Kusumb Kabilesi yaşıyor. Köylerin zenginliği domuz sayısı ile ölçülüyor.
Üç farklı grubun elemanları gösteriye hazırlanıyor. Yüzleri ve vücutlarının
tamamı boyanıyor. Uzun ve zor bir iş. Bazen parlak sarı, bazen parlak kırmızı
veya zift karası. Cennet kuşunun uzun tüyleri, farklı hayvanların kürkleri,
domuz dişleri, kuskus postu, deniz kabukları ve farklı yapraklarla
süsleniyorlar.
Ev sahibi Kusumb’un gösteri grubu
sırf göğüsleri açıkta yaşlı hanımlardan oluşuyor, yüzleri de kırmızıya boyalı.
Sarıya boyalı grup güneyden gelen Hela Kabilesi imiş. İkinci Kusumb topluluğu
ise suratları siyaha boyalı genç erkeklerden oluşuyor. Düşlerinin güçlerini
sergiliyorlar. Bazen baltalarını kaldırıp ürkütücü “tıslama” sesleri
çıkartıyorlar. Balkabağından yapılma borularını üfleyip tiz kahkaha atıyorlar.
Geleneksel olarak boya kökleri kullanılırdı. Siyah, kömürden, beyaz ise
kaolinden elde edilirdi. Ancak artık bugün modern dünyanın suni boyalarını tüketiyor
olmalılar.
Ruh
Odasına sadece erkekler girebiliyor ve kabile ile ilgili önemli kararlar
burada alınıyor. Yaşlı bir savaşçı elinde kalkanı ve mızrağı ile tuhaf bir
gösteri sunuyor. Diğer bir yaşlı adamcağız “Kina” denen deniz kabuğunu,
ısıttığı kauçuk ağacının lateksi ile ağaç bir bloğa yapıştırıyor. Bu takı
geline hediye olacak. Kız bunu boynuna asacak. Erkekler ise kendi saçlarından
peruk hazırlamışlar. Bu da bir gelenek.
Köyde size uzatılan eli sıkmazsanız,
ağır bir hakaret sayılıyor. Sevimli siyah suratlı ihtiyar şef iki eşi ile
karşımıza geliyor ve flüt çalıyor. Dört eşinden toplam 25 çocuğu varmış. Ama
hiçbiri hakiki yaşını hatırlamıyor. Bir kayıt düşülmemiş. “Sakal” ise bu
toplumun hanımları tarafından çok takdir edilen önemli bir erkeklik göstergesi!
Wahgi Vadisinden dönüp doğru bir
botanik bahçe görünümündeki Avi Köyü’ne
gidiyoruz. Sanki bir cennet! Yol boyunca kahve yetiştiriliyor. Orkideler,
“onbul” denen yuvarlak gözlü kahverengi tuhaf bir hayvan, hindi-başlı devekuşu
vücutlu bir diğer hayvancık, ardından İskelet Dansı derken büyülenmiş olarak
geri dönüyoruz. Deniz seviyesinden
Karayolu
Yolculuğu ile Papua Adasını Daha İyi Tanıyoruz:
Western Highland’in başkenti Mt.
Hagen’a geri dönüp Goroka’ya doğru yola çıkıyoruz. İnanın hiç kimse
Mt-Hagen-Goroka arasının kaç kilometre olduğunu bilmiyor, bilemiyor. Bin
kilometre diyenler bile var. Yol aslında sadece
Tatlı patates ile tanışıyoruz.
Herkesin hoşuna gidiyor. Çimbu halkı agresif imiş. Adanın dağlık bölgesinde
yaşayan bu kabilesinin 7 bin mensubu var. Bu coğrafyada mızraksız bir kabile
reisi düşünülemiyor. Mızrak bir güç gösterisi.
Rehberimiz ve yardımcısı bizi
otobüsten dışarı çıkartmak istemiyor. Israrla “tehlikeli” olduğunu
belirtiyorlar. Kundiava kasabasından sonra 2478 metrede sisler içindeki zirveye
varıyoruz. Beyaz Kala çiçekleri her yerde göz kamaştırıyor. Kamyonetlere
doluşan yerli halkın çoğunun yüzleri çamurla sıvanmış. Bu adada ulaşım böyle
sağlanıyor.
Okufa Devlet İlkokulu’na da
uğruyoruz. Okul daha açılmamış ama müdürle görüşüyoruz. Okulun 1100 öğrencisi
varmış. Okulda faal 10 bilgisayar var. Bir öğretmen başına 45 öğrenci
düşüyormuş. İyi bir
Palmiye ve muz ağaçları eşliğinde
vadideki Goroka’ya giriyoruz. Mc. Carthy Müzesi oldukça sade ve ufak. Mc.
Carthy bu bölgeye yerleşen bir misyonermiş. İçinde savaş resimleri, yöresel
kara büyü malzemeleri, kalkanlar, kabile mensuplarına ait resimler bulunuyor. Akşam
saat 21 olunca sokaklarda Allah’ın bir kulu kalmıyor.
Sabahleyin otelin
içinde elinde tabanca ve makineli tüfek ile üniformalı adamlar dolaşıyor.
Otelden çıkarken aramıza bir güvenlik memuru daha katılıyor. Tekrar Kefomo
yöresine gidiyoruz. Büyük kamyonlar sahildeki Lae şehrinden bu bölgeye durmadan
mal taşıyor. Hem de bayağı hızlı gidiyorlar. Bu yolculuk 6-7 saat sürüyormuş.
Araçların camlarının tamamı çelik kafeslerle örtülü. Asaro Köyü’ne varıyoruz. Hemen girişte köyün kurucusu şef ile
eşinin mezarları var. İkisi de Hıristiyan olmuş. Birkaç nesil önce arazi, domuz
veya kadın yüzünden çıkan savaşlarda düşman kabileleri hemen bu köyü istila edermiş.
Gene böyle bir durumda köyün halkı kaçarken yanlışlıkla bataklığa düşmüşler.
Çamura batmış yerlileri karşısında gören düşmanları korkup kaçmış. İşte bu
şekilde çamurla boyanma geleneği günümüze kadar devam etmiş. Köyün nüfusu 400.
Altı kişilik bir ekip oturdukları yerde başlarını sallayarak zafer türküsü
söylüyor. Köyün erkekleri ellerindeki geleneksel yayları ile bir bambu sapına
oklarını saplıyorlar. Elli metreye kadar bu oklar tesirli oluyormuş.
Parmaklarına taktıkları bıçak gibi keskin bambu uçları aslında birer “el
silahı”. Bunları belli aralıklarla bir ritm ile tıkırdatıyorlar. Kalın belli ve
iri göğüslü hanımlar bu coğrafyada meğer makbul imiş.
Dünyanın en
Tehlikeli Kenti: Moresby
1873 yılında bu coğrafyaya ulaşan
Kaptan John Moresby’nin ismini almış olan bu kent ayrıca önemli bir liman.
Başkente karayolu ile ulaşmak imkânsız, çünkü karayolu bağlantısı yok!
Demiryolu bu coğrafyada zaten hiç kurulmamış! Başkentin evleri genellikle dik
yamaçlara yerleştirilmiş. Moresby dağınık bir şehir. İş bulmak için buraya göç
etmiş halk deniz kıyısında yerleşip kazıklar üstüne inşa edilen evlerde
balıkçılık ile geçiniyor. Yol kenarlarında papağan, hatta altın külçeler bile
satılıyor. Ancak bu külçelere güvenmek çok zor. Çoğunun içine demir
yerleştirilmiş.
Moresby’de botanik bahçesine, Milli
Müze’ye, kuş adasına, Buda balıkçı köyüne gidebilir, şehirde şöyle bir tur atıp
parlamento binasını, gökdelenlerini görebilirsiniz. Parlemento Binası’nın
içinde ilginç bir kelebek ve böcek koleksiyonu bulunmakta. Başkentten karayolu
sizi ancak şelalesi ile de tanınan Sogeri’ye kadar götürüyor. Daha sonra ise
yol bitmekte!
Betel-nut’ın
Artısı Eksisi
Betel-nut
kimilerine göre tedavi edici bir tıbbi ilaç, kimisine göre uyarıcı, kimisine
göre ise tehlikeli bir uyuşturucudur. Ama Asya’nın geniş bir bölgesinde bu
meyve tüketiliyor. Cevize benzeyen bu yemişin yeşil dış kabuğu dişlerle çıkarıldıktan
sonra içindeki tohum çiğneniyor. Bu arada ağız tamamen kırmızı oluyor.
Yutmayıp, tükürdükleri için elbette tüm yollar
Kısa Kısa Papua
Yeni Gine
· Bu ülke
Türkiye’den 15 bin kilometre uzakta ve sekiz saat de ilerde.
· İnsan
eti yemekten kaynaklanan bir hastalık olan “kurul” dünyada en son 1979 yılında
bu coğrafyada görüldü.
· Çanakkale
Savaşı’nda İngiliz ordusunda yer alan Papua Yeni Gineliler de Avustralyalılarla
birlikte nedense bize karşı savaştı.
·
Bu adada postacı hiç kapınızı çalmıyor. Ancak postanelerde posta kutusu kiralayabiliyorsunuz.
·
Bu coğrafyada sık sık
“Bilum” denen, yünden yapılan bir cins torba ile karşılaşıyorsunuz. Hanımlar
sürekli bunu örüyor. Çocuklarını da bunun içinde taşıyorlar.
·
En önemli besin
kaynakları dağlarda “tatlı patates”, sahilde ise “yum”.
· “Vantok
Kültürü” aynı dili kullananların oluşturduğu bir beraberlik. “Tek ağız”
anlamına geliyor. Aynı dili konuşan kabile üyeleri birbirini her yönden
kolluyor. Aslında ulusal birlik yerine kabile kimliği ön plana çıkıyor.
· Kendi
içlerinde evlenmenin sonucunda kadın olsun erkek olsun kısa boylu ve
gösterişsiz bir ırk oluşmuş. Bazıları ise doğal olarak çok farklı tonda bir
sarı saça sahip. Ciltleri ise çok kuru olduğundan çabuk buruşuyor ve hakiki
yaşlarından çok daha yaşlı gösteriyorlar.
· Belki
fakirler ama kesinlikle halkı ve satıcılar sizi rahatsız etmiyor, peşinizden
gelmiyor, dilenmiyorlar ve genellikle de utangaçlar.
· Irian
Jaya adasında Papua Yeni Gine – Endonezya sınırı
· Halk
pazarlarında muhakkak bir tur atın. Çeşit çeşit muzlardan, zencefile, tatlı
patatesten mangoya – papayaya kadar farklı tatlarla karşılaşacaksınız. Hatta su
kaplumbağası ve kanguru eti bile satılıyor. Ama çoğu ithal olduğu için çok
pahalı. Örneğin iki portakal 3,5 dolar iken domatesin kilosu 6 dolar.
· Papua
Yeni Gine’de her türlü suyu gönül rahatlığıyla için. Çünkü henüz herhangi bir
“kimyasal kirlenme” söz konusu değil.
· Papua
Yeni Gine yerlileri II. Dünya Savaşı’nda alçaktan uçan uçakları, kuş zannederek
okları ile düşürmeye çalışmış.
·
Para birimi “kina” 1$
= 2 kina idi. (2011 Şubat) Ayrıca bir kina 10 Tona’ya eşit.
· Kağıt üstünde halkı Hıristiyan olarak görülse de büyük kısmı animist
inancından vazgeçmiş değil. Kiliselerin önünde totemler bile var.
· Halkının
büyük kısmı kırsalda yaşıyor ve tarım
ile uğraşıyor.
· Bir
kahvede internete bağlanmanın hediyesi saatte 10 $.
· Sıtma yönünden epey
riskli bir ülke. Ama sıtmadan daha tehlikeli ve gene sivrisinekten geçen başka
bir hastalık daha var: “Dengi”. Önce üç gün yüksek ateş oluyormuş. Siz ilaçla
veya iğne ile bu ateşi düşürünce, işte o zaman arkadan öldürücü olan ikinci
safhası başlıyor. Gaurdia ise
· Dünya
altın üretiminin %8’i bu adada gerçekleşiyor. Ayrıca bakır, gümüş, nikel de var.
Exxon Mobil şirketi petrol arama izni ile birlikte bu ülkeye 15 milyon $
yatırım yapıyor. Başkentte yerlilerin nehir yatağından topladığı altınları
satın alan 3 şirket var.
· Bu
coğrafyada timsahlar “boyları” ile değil “enleri” ile ölçülüyor. Timsah öldürmek
bir çeşit güç gösterisi. Derisini pazarlayıp, etini yiyorlar.
· Papua
Yeni Gine’ye gelen gezginler Sisli Ormanlarından kıvrıla kıvrıla geçen
· Beyazların
bu adaya diktiği kahve, kakao, çay ve palmiye yağı ihraç ediliyor. Elbette bu
ticaretin kaymağını Avustralyalılar afiyetle yiyor.
· Eylül
ayında gerçekleşen Goroka Festivali’nde
her kabile marifetlerini bir jüri karşısında sergiliyor. Birkaç gün süren
festival sonunda ortaya konan ödüller her yıl tüm katılanlara eşit olarak
bölüştürülüyor. Böylece kabileler arası herhangi bir karmaşa yaşanmıyor.
· Oteller
gayet kötü yönetilmesine ve oda ile binanın fiziksel imkanları çok kısıtlı
olmasına rağmen çok çok pahalılar. Türkiye standartlarında iki yıldızlı bir
otelin bir odasının geceliği 200 $. Bu durumda buraya çok zengin ve hakiki meraklısı
dışında fazla turist gelmesini beklemek bir hayal olur.
· Adanın Rebaul kenti civarında aktif bir
yanardağ bulunuyor!
· “Singsing” geleneksel düğün, cenaze veya başka
bir kabileye saygı için düzenlenen törensel kutlamaların tamamıdır.
· Papua
Yeni Gine’de kaliteli eğitim adına büyük hizmetler veren bir Türk Koleji
bulunuyor. Adanın en ciddi kurumlarından biri. Başarılı öğrenciler bursla
okuyor. Ayrıca bu coğrafyaya gelen Türkleri de hemen sahipleniyorlar.
· Bu
coğrafyada bazı kabilelerde kadının domuz kadar değeri olmadığı söylendi. Biz
de Mount Hagen’in bir köyünde bir kadının dramına şahit olduk.
Bu ada ülkesinin en büyük eksikliği
“eğitim” . Yetişmiş eğitimli elemanı yok. Üniversite hocaları bile bence
yetersiz. Altın başta olmak üzere önemli maden rezervlerine sahip! Bence önce
madenlerine sahip çıkıp oradan kazanılacak paranın halkının eğitimine dönmesini
sağlamak gerekir.
Yazı Ve Fotoğraf
Prof. Dr. Orhan KURAL