KARANTİNA ADASI CHANGUU

Sarı Humma hastalarının karantinaya alındığı bu adanın aslında üç ismi var. Zanzibar ana adasına 5.6 km uzakta bulunan adayı Zanzibar’ın İngiltere birinci bakanı Liyord Mathew 1893 de satın almış. İlk iş olarak buraya hapishane kompleksi yaptırmış. Ne bekliyordunuz ki bu adamlardan? Neyse ki burada hiçbir mahkûm kalmadı ama ada Hapishane tüm dünya’nın bildiği ismiyle hapishane adası olarak anılmaya başlandı. Sonraları bu hapishane kompleksleri sarıhumma vakaları için bir karantina istasyonu haline getirildi. Ada etrafında bolca bulunan bir balık türünden dolayı buranın asıl adı yerliler tarafından, balığın adı olan Changuu olarak anılır. Gittiğinizde o balığı tatmanız mümkün. Böylece ada üç isimle anılmaya başladı. Karantina adası, Hapishane adası ve Changuu adası. Ben bu isimlere bir dördüncüsünü ekledim. Kaplumbağa adası. Bence adanın en uzun süreli ve halen sakinleri olan Dev Aldapra kaplumbağaları.

Konuyu kısaca toparlayıp özetleyeyim. Zanzibar adasında Sarı humma hastalığına yakalananlar ve buraya uğrayan gemilerde hasta olanlar adada karantinaya alınıyor, karantina sonunda ölenler ölüyor,yaşayanlar Zanzibar’a dönebiliyordu. Hapisane olarak inşa edilen binalar, karantina hastanesi olarak kullanılmış. Bugün ise otel olarak hizmet veriyorlar.

Gelelim devasa kaplumbağaların bu adaya nasıl geldiğine. 919!da İngiliz Seyşeller valisi,Aldapra adasından Changuu adasına 4 adet kaplumbağa hediye etmiş ve kaplumbağalar hızla çoğalmış. Bugün adada özel bir alanda koruma altındalar ve sayıları yüzden fazla. Günümüzde adaya turistler daha çok bu dev kaplumbağaları görmeye gidiyor.

Bizde rehberimiz Ömer ile birlikte bir sal kiralayarak adaya gittik. Pazarlık ederek kişi başı 10 ila 15 dolar ödeyerek bir tekne kiralayabiliyorsunuz. Yaklaşık 20 dakikalık muhteşem manzaralı bir yolculuktan sonra adaya ulaşılıyor. Bize sorarsanız yolculuk birkaç dakika sürdü. Büyüleyen manzara bize böyle hissettirdi.

Sal adaya yaklaştığında gözlerinize inanamayacağınız güzellikte Turkuaz okyanusun, beyaz sahil kumsalındaki dalgalarını görüyor, palmiye ağaçlarının rüzgarda salınışına şahit oluyorsunuz. Tekneden sahile inerken suyun berraklığı on metre derinlikteki bir denizyıldızını bile çok net görmenizi sağlıyor.

Gerçeklik ağlınızı kaybedecek kadar güzel kumsal, okyanus ve ağaçlar size “rüyada mıyım? “dedirtecek güzellikte. Rengârenk onlarca deniz yıldızı suyun içerisinde sakin hayatlarına devam ederken, bir tavus kuşu tüylerini açmış, şavunu yapıyor.

Henüz yaşadıklarımızın şokunu atlamamışken rehberimiz bizi dev kaplumbağaların bulunduğu alana götürüyor. Kapıda elimize kaplumbağaları beslememiz için birer tutam ot tutuşturuluyor. Kaplumbağalar her daim aç gibi duruyor. Elimizdeki otları gören devasa kaplumbağalar bize doğru gelmeye başlıyor. Onların gelmesini beklemeden biz onlara gidiyoruz ve elimizdeki otları onlara yedirmeye başlıyoruz. Onlar otları yerken bir koç kafası kadar büyük olan kafalarını okşamayı ihmal etmiyoruz.

 

 

Bazısının boyu benim belime kadar geliyor. 190 Yaşında olan bir kaplumbağa ile göz göze geliyorum. Adanın karantina dönemi olduğu döneme şahit olmuş yaşlı kaplumbağa, elimdeki ota hamle yapım bir ısırık alıyor. Dev cüsselerini ağır ağır hareket ettirerek sürekli yer değiştiren kaplumbağalar mutlu görünüyor.

Kaplumbağaların bulunduğu yerden ayrılıp sahile iniyoruz. Hint okyanusunun berrak sularında yüzmek için can atıyorum. Kulaçlarıma mercanlar, balıklar ve denizyıldızları eşlik ediyor. Zamanı durdurmak eğer mümkün olsaydı işte burada durdururdum diye geçiriyorum içimden. Masmavi gök ve Turkuaz okyanus suları sonsuz bir boşluğun içerisinde uçuyormuşum hissi veriyor. Rehberimiz Ömer’e burada yaşadığı için şanslı olduğunu söylüyorum. Alıştığını söylüyor, fırsat bulursa bir Avrupa ülkesine gitmek istediğini belirtiyor. Nasıl olur demekten kendimi alamıyorum?

Karantina adasından Zanzibar adasına dönüyoruz. Rehberimiz bizi köle hapishanesine götürüyor. Afrika’nın çeşitli ülkelerinden köyler basılarak toplanan iri yapılı sağlıklı köleler ilk olarak bu hapishaneye getiriliyorlarmış. Sonra buradan Amerika ve Avrupa’da ki çalışacakları yerlere.

Ağaya bile kalmanızın mümkün olmayan daracık mahzenlerde yüzlerce köle aylarca tutuluyormuş. Tepelerindeki delikten atılan yiyeceği kapabilen yiyor yiyemeyen aç kalıyormuş. Burada kaldıkları süre içerisinde bir çok köle açlıktan yada hastalıktan ölüyormuş. Kötülerin acıması yok…

Bir kitaba sığmayacak bir konuyu bir dergi yazısına sığdırmamı beklemeyin benden. Tarlada çalışan babasının gözleri önünde kaçırılmasına, annesinin tecavüz edilip öldürülmesine şahit olan 8 yaşında ki küçük kızın hikayesi nasıl sığar bu satırlara?

 

 

Yazı Ve Fotoğraf
Ali Sami PALAZ