
“Ant içtik Kapadokya’nın tüm vadilerini görmeye” dercesine sabahın erken saatlerinde çıkıyoruz evden. Hedefimiz Paşabağları ancak yolumuzun üzerindeki Çavuşin Köyü’nde durup bir kahve molası vermeyi unutmuyoruz. Eskiden taş oyma evlerde yaşayan halk, yıkılma tehlikesi sebebiyle tahliye edilerek eski Çavuşin yerleşiminin yakınına yerleştirilmiş. Peri bacasının içindeki evini şu an bir kafe gibi işleten amcamız gibi, burada da eskiden insanlar nasıl yaşardı, ne yaparlardı’yı göstermek üzere lokallerden biri, eski evini aynen böyle işletiyor. Kazancını da sattığı yerel ürünlerden elde ediyor. Bunlardan en çok hoşumuza giden elbette Niğde’nin yeni gazozu “Nörüyon?” oldu. Ancak kabak çekirdeklerinden kurutulmuş kayısılara kadar her şey var. Ben kumruların fotoğrafını çekerken, “herkes bizim misafirimizdir” diyen abimiz ise şimdi burada atalarının mirasını sürdürüyor.
Hani her köyde bir çınaraltı vardır ya, heh işte buradakini de bir anne-oğul işletmekte. Hemen sobanın yanına kuruluyoruz, Türk kahvelerimizi içip dinlendikten sonra gelecek istasyon Paşa Bağları Vadisi’ne devam ediyoruz.
Burası, Rahipler Vadisi olarak da geçiyor. Çileciliğin pek meşhur olduğu 4-5. Yüzyıllarda, mucizeleriyle bilinen Aziz Simeon’un kendini dünyevi zevklerden iyice soyutlayıp, peribacalarının sütunlarına oturduğu ve hatta 40 sene de orada yaşadığı söyleniyor. Bu sebeple Sütuncu Simeon (Aziz stylite) olarak da adlandırılan azizin müritleri de ondan görerek diğer peribacalarına yerleşiyorlar.
Tabi işin içine azizler girince –benim fikrime göre- tüm paradigmalar biraz oynuyor yerinden. Tarih, mitoloji, kültür, efsaneler, spiritüellik, mistisizm, kulaktan kulağa hikâyeler, yazılmış çizilmişler; hepsi ortaya karışıyor bir anda. Bizans mimarisi derslerimden hatırladığım, Hatay’da da bir Aziz Simeon Manastırı olduğu ve azizin oradaki bir sütuna çıkıp ömrünü geçirdiğidir. Hatay’daki azizin “genç” olduğu ve “yaşlı” Azız Simeon’dan gidip ders aldığı söylenir. Hatta aynı isme sahip bu iki azizin yaşadıkları tarihler bile uyuşmamaktadır. Kapadokya’daki azizimizin doğumu M.S. 390’a tarihlendirilirken, Antakya’dakinin ise M.S. 521’e.
O halde şimdi, iki farklı Aziz Simeon mu vardır, yoksa farklı coğrafyalar aynı hikayeyi mi anlatmıştır, veya biri diğerinden alıp kopyalamış mıdır, ya da belki ikisi de aslen hiç var olmamışlardır. Kim bilir.
Paşa Bağları’ndan çıkarken son olarak yanındaki direkte kocaman bir Türk bayrağı asılı bir peribacası çarpıyor gözümüze. Türkiye’nin en küçük jandarma asayiş noktası imiş. Önünde duran jandarmadan fotoğrafını çekmek için ricada bulunuyoruz, hemen şapkasını takıp üzerini düzeltip en ciddi haline bürünerek pozunu veriyor. Şimdiye kadar rastladığımız, en az konuşmalı en kibar kişiye denk geldiğimizi düşünerek geride bırakıyoruz Paşa Bağları’nı.
Hemen iki kilometre ötede yer alan, yine bir yerleşim alanı ve manastır kompleksi olan, üç vadiye yayılmış haldeki Zelve’ye geçiyoruz. Eskiden bu üç vadide dolaşılıyormuş, hatta birinci vadiden üçüncüye geçen kısa bir yol bile varmış ama şimdi kapatmışlar. Birinci vadide Üzümlü ve Balıklı olarak adlandırılan bir kilise var, içeride fotoğraf çekmek tüm Kapadokya’da olduğu gibi yine yasak. Kilisenin ismi tamamen apsisinde yer alan üzüm ve balık betimlerinden geliyor.
Üçüncü vadide ise genellikle yerleşim alanları yer alıyor. Burası ahır, şunlar yalaklar, burada hayvanları bağlamışlar, erzak depoları böyle, şurada şamdan için yer var, ocak, is çıkmış duvarlar simsiyah diye diye birbirine benzeyen yerleri geziyoruz ama zaten Zelve’deki büyü girip çıktığınız, insanların yaşadıkları alanlardan değil; yürüdüğünüz yollarda kafanızı kaldırıp baktığınız alanlardan geliyor.
Yazı Ve Fotoğraf
Doruk Conker ŞAHİN