
Merhaba Köşe Bucak Dünya sakinleri; bu aralar sizlerden biraz uzak kalsam da inanın tembelliğimden değil, sizlere güzel bir şeyler sunabilmenin derdindeyim, Sami Bey şahidim;). Bu sayıda dedim ki şöyleee hoş sohbet esnafı, tarihi binaları, her dönemin ruhunu taşıyan dükkânlarıyla İstanbul’un sahiciliğini kaybetmeyen semti ve her geçen gün renklenen Çukurcuma’yı bir arşınlayayım dedim. Ayaklarımın sürüklediği yer, beni girdabında adeta eritti.
Hava yağmurlu muydu, güneşli miydi o
meteorolojik kısma, gezerken hiç takılmadım. Semtlerle ilgili çeşitli
rivayetler vardır. Bizim İstanbul beyefendimize Çukurcuma denmesinin nedeni ise; Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u
fethinden sonra ilk Cuma namazını burada kılıyor olması ve yerleşim olarak
çukur bir bölge olan bu semt “Çukurcuma” olarak isim alıyor. Başka bir rivayete
göre, Çukurcuma’nın
payına düşen ise şöyle; Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’un Fethi sırasında
ordularıyla buradan geçerken “Cuma namazını şu çukurda kılalım” demesiyle bu
bölgenin adı Çukurcuma kalmış. Semt, adına uygun olarak Taksim ve Cihangir’e
göre çukurda kalıyor. Bu çukurda kalma durumu henüz keşfedilmemiş birçok yer
olduğunun sinyallerini de veriyor bir yandan.
Karaköy ve civarında uzun bir süredir
yaşanan hareketliliğe son yıllarda Pera, Galata ve Çukurcuma’nın popülerliğindeki
artışın ilham verdiğini düşünüyorum. Yaşanan bu hareketlilik ve dönüşümle
binaların cepheleri eskiye sadık kalınarak yeniden koruma altına alınıyor.
Sizde de olur mu bilmiyorum ama bana göre, binaların dokusu değil de sanki
kokusu değişiyor gibi geliyor. 18.yy’dan
itibaren Pera bölgesine yerleştirilmiş bulunan, İtalyan Fransız Yunan sefaretlerinin
binaları semte ayrı bir doku katarak, boğazdan gelen esintinin iyot kokusuyla
adeta dans ediyor.
Adım başı rastladığınız kahvaltı
dükkânları veya kafeler, dekoratif köşeler, resimli/grafitili duvarlar,
sokaklarda dolaşan uslu kediler, tasmalı kocaman köpekler, vintage kıyafet
butikleri ve her köşe başında birden fazla antikacının bulunduğu kendi başına,
kendine özgün, farklı konumu içinde kayboluyorsunuz. O kadar değişik obje ve
öylesine çeşit zenginliği var ki akıllara zarar benden demesi. Her dükkânda
aklınızı çelecek bir şeyler mutlaka çıkıyor. Yıllar öncesine götürecek sayısız
obje öylesine dekoratif biçimde sergileniyor ki her yer fotoğraf, her yer baş
döndürücü güzelliklerle dolu, bir girdiğiniz antikacıdan çıkmak pek de kolay
olmuyor. Şimdi gel gelelim esas olaya, bunca güzelliğin, satılan objelerin
değerini iyi bilen, meraklısını tanıyan, biraz da yabancıların ilgisinden
ziyadesiyle nasibini alan o uzman antikacılarımız sizi satın almak istediğiniz
obje hakkında fazlasıyla bilgilendiriyor hatta neredeyse objenin çocukluğuna
inecekler o derece. Siz dinleyin bilgiden hiçbir zaman zarar gelmez, yalnız tam
o sırada rakip takıma ki bu antikacı oluyor, objeyi beğenip hayranlığınızı elde
olmadan belli ettiyseniz indirim falan beklemeyin boşu boşuna, bir kere o
gözlerinizdeki ışığı floresan gibi yaktıktan sonra istenilen fiyattan asla
indirim alamazsınız.
Antikalar seçilerek, kimi yerine gidip
alınmış, kimi müzayede parçaları olunca günün fiyatlarını gözden çıkarmak
gerekiyor. Ahşap objeler, mobilyalar, cam objeler, aydınlatma gereçleri,
seramikler, çiniler, dokumalar, duvar saatleri, kemanlar, üçayaklı körüklü
fotoğraf makineleri, tarih yazarken tarih olan daktilolar hepsinin yaşı alıcının
yaşından büyük olunca antikanın değeri paralelinde artıyor. Yine de evin bir
köşesini şark köşesine çevirmek, antika kapı veya bahçe için kocaman bir aslan
heykeli, şöminenin üstüne, duvara, sehpa üstüne bir şeyler asmak, yerleştirmek
isterseniz seçenekler sizi kararsız kılacak kadar çok. Objeler eski olmasına
karşı bakımları yapılmış, kullanılır durumda olması cazibeyi daha da artırıyor
ve fiyatını da tabi.
Satışa sunulan eşyalar,
tavana kadar üst üste sıralanmış, galeride yürünecek çok az bir yer bırakmış.
Valizler, tablolar, resim çerçeveleri, yıllara meydan okuyan elbiseler,
avizeler, abajurlar, biblolar, gemi maketleri, oyuncaklar, sofra takımları,
müzelik fincanlar, çay takımları, heykeller, dokümanlar, kitaplar aklınıza ne
gelirse karşınıza çıkıyor. Galerilerin kitaplara sığmayan envanteri arasında
aradığınız objeyi bulunca adeta gençliğinizi, çocukluğunuzu yakalamanın
sevinciyle anılarınız canlanmaya başlıyor. Film yapımcıları, dizi çekenler,
başta Yunanlılar olmak üzere çok sayıda ziyaretçiye ev sahipliği yapıyor
buradaki mekânlar.
Benim bakış açıma renk katan parça ise,
eski bir otomobil lastik şişirme kompresörüydü. Siz bana aldırmayın ben normal
değilim zaten:) Çukurcuma'da gezinmek semt olarak farkında olmadan üzerinizde
alışkanlık yaratabilir, çekim gücünün yan etkileri var anlayacağınız. Bu semtte
sadece antikacılar yok tabi, galeri, butik, takı tasarımcısı, kitapçının yanı
sıra köfteci, restoran, pizzacı, kafe, turşucu mola verecek yerlerden sadece
bir kaçı. Hepsi konsept oluşturma gayreti ve rekabeti içinde değişik
atmosferler yaratmışlar. Her bir dükkân tek başına bir röportaj konusu,
anlatmakla bitmez.
Biraz mola versek mi ne
dersiniz, sizi loş
ışıkları, hafif müzikleri ve taş duvarları ile Avrupa’nın minik kasabalarında
bulunan sade kafeleri andıran Cafe Lumiere’ye götürmek istiyorum. Güler yüzlü
personeli, lezzetli ve doyurucu menüsü ile bir kere yolu buraya düşen insanları
kendine bağlamayı başarıyor. Kırmızı ve Yeşil menüleri başa baş mücadele
içerisindeler. Tadına doyamayacağınız pizzalardan ve ev yapımı içeceklerden
birini seçip siparişinizi verdikten sonra dekorasyonu incelemeye
başlayabilirsiniz. Açık mutfakları yemeklerinizin nasıl piştiğini
görmenize olanak sağlıyor. Afiyet olsun:)
Kalabalığın içinde yalnızlık yaşatan
huzurlu bir semt Çukurcuma, bir şeyler satın almakta keyfe keder satmakta. Her
şey dingin, her şey huzurlu, zaman desen durmuş akmıyor gibi.
Beyoğlu,
Galatasaray, Sıra Selviler, Cihangir'den aşağı koyuverin kendinizi Tophane'ye
kadar Çukurcuma'dasınız. Burası öyle avuç içi gibi bir yer ki ne Beyoğlu ne Tophane'desiniz.
Çukurcuma'ya Kabataş iskelesinden Karaköy istikametine giderken Fındıklı
Kazancı Yokuşunu tırmanarak veya Tophane'den Galatasaray istikametine yönelerek
veya Sıra Selviler’den yolun bitiminde bulunan Firuzağa Camisi yanından sağa
dönerek aracınızla gelebilirsiniz. Tercihiniz yürümekten yanaysa hiç
sıkıntı yok hatta en güzeli, Beyoğlu Galatasaray Meydanına gelince geze geze
Fransız Sokağı/Cezayir geçidi de denilen kafelerin bol bulunduğu merdivenlerden
inince çukurcuma havasını teneffüs etmeye başlıyor olacaksınız.
Sokakları bir bir arşınlarken, iki yıldır Çukurcuma Camisi’nin tam
karşı köşesinde yer alan Karadeniz Antik ile karşılaşabilirsiniz. Karadeniz
Antik’in sahibi Ömer Gençtürk 20 yıldır bu mesleği yapıyor. Burasının bir
özelliği, yaklaşık 40 yıl önce Çukurcuma’da eski ev eşyalarının açık artırmayla
satıldığı yer olması. İsteyenler, elden çıkarmak istedikleri mallarını buraya
getirip açık artırmayla civardaki eskicilere satarmış. Böylece buranın adı
Çukurcuma Antikacılar Çarşısı olmuş. Gençtürk, hem eski eşya hem de
antika eşya alımı yaptıktan sonra onları hayata geçirecek restorasyonları da
üstlendiklerini söylüyor. Bahçede küçük bir kuyuda tatlı su balıkları bile var.
Karadeniz Antik’teki çoğu eşya Afrika, Endonezya, Hindistan gibi ülkelerden
ithal ediliyor. Özellikle İslami motiflerle bezenmiş ahşap kapılar,
İstanbul’daki birçok otelin restorasyonunda kullanılıyor. Burayı “Antikacı” ya
da “Showroom” olarak nitelendirmeye dilim varmıyor çünkü egzotik, heyecan
verici, bakmaya doyamayacağınız antika objeler ve sanat eserleriyle adeta bir
müzeyi andırıyor.
Ben müsaadenizi isteyeyim, malum sohbet
güzel ama çizilecek, boyanacak projeler beni bekler. Sizde dünya kültürlerine
ilgi duyuyorsanız, Çukurcuma ruhunuzu alıp bambaşka diyarlara götüren, huzur
bulmanızı sağlayacak bir yer. Benden söylemesi…
Yazı Ve Fotoğraf
Derya UZUN