
“Seyahat etmek,
hayal gücümüzü gerçeklerle dengeler ve bazı şeylerin nasıl
olabileceğini düşünmek yerine, onları olduğu gibi görmemizi
sağlar.” Samuel Johanson
Davet uzak diyarlardan,
yola koyuluyoruz.
12
saatlik uçuştan sonra Endonezya’nın Java Adası’na, Jakarta’ya
varıyoruz. Yol arkadaşım, üniversite yıllarında aynı evi paylaştığım Dr. Ferdai
idi. Keyifli bir insan. Tebabet’e ek olarak hipnoz ile de
uğraşıyor. Dr. Ferdai ile seyahat planları yapmıştık lâkin bu defa ancak
kısmet oldu. Sanırım, o da top sakalı ile ilk kez bir yolculuğa
çıkıyor olmalı. Bu tarz onu bilinen görünüşünün dışına taşımış, dağınık saçları
farklı bir görüntü verse de bilgeliğine bilgelik katmış hâli vardı.
Türkiye
saati ile gece 01:20 de başlayan uçuşumuz Jakarta saati ile ertesi gün akşam
üstü 17.30’da yaklaşık 5 saatlik bir farkla uçuşumuzu tamamlıyoruz. Jakarta
Sukarno Havalimaı’na vardığımızda henüz hava yeni kararmaya başlıyordu
Himawank,
Jatmiko, Triano, Muhammed Azzam… Hepsi de harika insanlar. Endonezyalı
dostum ve kardeşim Himawan, Bandung şehrinden eşi ve
çocuklarıyla bizi karşılamaya gelmişlerdi.
Havaalanından
ayrıldığımızda Jakarta’nın İstanbul’dan beter trafiğini görünce dostlarımızın bizi karşılamak üzere 4-5
saatlik trafiğe katlanmış olduklarına şahit oluyor, bundan da mahcup
oluyorum.
Dostumuz
bize şehri tanıtıyor. Daracık sokaklarda Jakarta’nın öteki
yüzüyle karşılaşıyoruz. Fakir ve gelir düzeyi düşük insanların yasadıkları
sokakları aralıyoruz.
Akşam
yemekten sonra bizim Jakarta’nın güzel hotellerinden birinde geceyi
geçiriyoruz. Sabah kahvaltıdan sonra ilk durak Bogor, sonra Bandung şehirlerine
doğru yolculuk başlıyor.
Taman
Safari
Dostumuz Hima’nın oğlu küçük Zikra
safaride göreceğimiz hayvanları beslemek için havuç istiyor. Israrla arabalara “dur”
işareti yapan kadın tezgâhtarlardan birini kırmayıp önünde duruyoruz.
Jakarta - Bandung arasındaki
karayoluna yakın olan bu millî parkta, Taman Safari 170 hektar (420
dönüm) bir alanı kaplar ve Bengal kaplanları, Malaya Güneş Ayılar,
zürafalar, orangutanlar, su aygırları, zebralar,
çita, fil ve komodo ejderi olmak üzere 2.500 hayvanın
oluşturduğu bir koleksiyona sahip. Temsil türlerin çoğunluğu Endonezya’da yasayan
hayvanlardan oluşuyor.
Ziyaretçiler
araçla girebiliyorlar. Araçtan kesinlikle inmenin yasak olduğu bir alan. Çünkü
hayvanlar parkta serbest hâlde bulunuyorlar. Bazı hayvanlara
dokunmak mümkün. Ziyaretçiler havuç başta olmak üzere yol boyunca
satılan meyvelerle hayvanları besliyorlar. Aklınıza gelen bütün
yabani hayvanları gördükten sonra yaklaşık 2,5 saatlik safarinin ardından Taman
Park’ın sonunda birçok gösteri alanları oluşturulmuş. Bunlar gelenlerin bir
tam gününü orada geçirmelerini sağlayan etkinlikler. Kafeteryalar
ve gösteri alanları gerçekten ilginç ve görsel estetik ve maharet anlamında
etkileyici aktiviteler. Taç Mahal şeklinde yapılmış bir yapının etrafına
kurulmuş hayvanat bahçesinde küçük bir ücret karşılığında Bengal kaplanı,
bebek aslanlar, kaplanlar, orangutan ve leopar ile fotoğraf çektirebilirsiniz…
Bandung’a doğru
İstanbul trafiğine rahmet okutan Endonezya trafiğine gözümüzü yumup dalıyoruz. Saatte
40 km hızla ilerliyordu. Bandung’a yaklaşık 80 km yolumuz var. Bir süre
normal devam ettikten sonra çay teraslarının arasından dağ yoluna tırmanışa
geçiyoruz. Akşam yemeği için mola verip,
kesif baharat kokularının bulunduğu bir restoranın kapısından girerek
köşedeki panorama manzarası olan bir masaya yerleştik. Karnımız da aç. Salamat Datang
(Hoş geldiniz!) diye karşılanıyoruz. Java mutfağının vazgeçilmezi pilav, her
zaman bütün yemeklerin anası. Çünkü ekmek tüketimi yok. Sanırım
buğday üretimi de yok burada, dolayısıyla ekmek tüketme kültürü gözlenmiyor. Endonezya mutfağı,
başta pilav olmak üzere; et, balık, deniz ürünleri ve sebze ağırlıklı. Bunun
yanında olmazsa olmazları acı soslar, çok meşhur pilavın
yanında chilly sos, Java erkeklerinin sos yapabilme özelliği çok
önemli. İyi sos yapamayan delikanlıya kız vermiyorlarmış.
BANDUNG
Uzun
ve yorucu bir yolculuktan sonra akşamın karanlığında Bandung şehrinin
kapılarını aralıyoruz sonunda. Hotelimiz Villa Puriteras’a yerleşiyoruz. Güzel,
nezih, ferah bir yer. Çok da memnun kaldık. Hele o ilk
karşılama ritüeli ilginçti. Zencefilli çay ikramı “Hoş geldin!” geleneğiymiş.
Kaldığımız üç gün boyunca dostumuz Hima bizi her gün evine
kahvaltıya davet edip, bölgenin bütün lezzetlerini bize ikram ediyordu. Özellikle
kahvaltımız meyve ağırlıklı, “salak” isimli meyve adından dolayı ilgimi çekiyor. Tadı
da güzel. Bizdeki anlamını söyleyince herkes kahkahalarla gülüyor. Bu
meyve üzerinden çokça espri ürettiğim söylenebilir, bu gezi boyunca. Java, misafirperverliğini en
üst düzeyde gösterdi.
Batı Java bölgesinin
başkenti olan Bandung’u keşfetmek üzere program yapıyoruz.
Bandung’a aynı zamanda “Java’nın Paris’i” de deniyormuş. Sebebi,
Avrupai kafeler, restoranlar hoteller ve alışveriş merkezlerinin bulunması. Ayrıca hafta
sonlarını Jakarta’nın boğucu ikliminden kurtulup hem serinlemek hem de
biraz stres atmak, alışveriş yapmak isteyen insanların uğrak yeriymiş. Hafta
sonlarını burada geçirmek üzere Jakarta başta olmak üzere yakın şehirlerden insanlar Bandung’a yığınak
yapıyormuş, hatta Malezya’dan sırf alışveriş için gelenler olduğunu
öğreniyoruz. Dolayısıyla, hafta sonları trafik de şehrin insan yoğunluğu
da katlanıyor.
Etrafı
volkanik dağlarla çevrili bu şehir, oldukça korunaklı bir yer olduğu halde
18.yy’da Hollandalı kolonistler tarafından işgal edilmişti. Bu işgal
sonrasında ilk çay tarlaları bu dağların eteklerinde oluşturulmaya
başlanmış. Daha sonra birçok konudaki gelişimini ise 1945 bağımsızlık
süreci sonrasına borçludur. Deniz seviyesinden yaklaşık 800
m yüksek olması, iklim bakımından insanların tercih noktasında bir
cazibe şehir olmasına sebep oluyor.
Tankuban
Parahu Yanardağı
“Tankuban Parahu” aktif yanardağı ile
güne başlıyoruz. Bandung’un 30 km Kuzey’inde yer
alan Tangkuban Parahu 2084 m yüksekliğinde. Endonezya’ya gelen
turistlerin en çok görmek istedikleri yerlerdendir. Bulunduğumuz
hotel Villa Puriteras’dan 15 dakikalık bir tırmanışın
ardından Yanardağ’a ulaşıyoruz. 2013’de püskürmüş olan
bu yanardağ 500 m’den kül püskürtmüş. Bu kül ilginçtir, tarım
alanlarında verimi iki katına çıkartmış, Sülfür kokusu hissediyoruz varır
varmaz. Gerçekten tüyler ürperten bir krater çukuru ve orta yerinde çok büyük olmasa
da tüten sarı bir duman, zaman zaman azalıp zaman zaman yükselen… Panoramik
fotoğraflarını çekiyoruz. Vietnamlı turistler Filipinli öğrencilerle ayaküstü
sohbet edip hatıra fotoğrafları çektirdikten sonra kraterden ayrılıyoruz.
Endonezya
insanı hiç kızmıyor, gayet sakin sabırlı ve sürekli gülümseyen ve selamlaşan,
oldukça kibar insanlardan oluşuyor. Endonezcede geçmiş ve gelecek zaman ekleri
yokmuş. İlginç bir dil, her şey şimdiye dair yani anı yaşıyor her dem java
insanı . Sokaklarda da sigara içen çok az kişi görüyoruz, bu da
ilgimizi çekiyor, yedikleri yemeklerden mi baharatların pozitif etkisinden
midir bilinmez….
JAVA’NIN
RUHU JOGJAKARTA
Jogjakarta da bizi dostumuz işadamı Jaty Mikado
ve İstanbul’da öğrenci olan İrfan karşılıyor hemen havalimanı karşısında
5 dk mesafedeki Sheraton hotele yerleşiyoruz. Şimdilerde tarih ve turizmin
yanında bir öğrenci şehri de olan Jogjakarta bir nevi Endonezya’nın kültürel
başkenti gibi diğer taraftan bizim tarihimiz ile de ilgili bir tarafı olması
bizi ayrıca cezbediyor. Bir zamanlar Osmanlı halifesine bağlı bir sultanlığın
günümüzde sembolik de olsa varlığını sürdürüyor olması hâlen o dönemden
halifenin sancağının muhafaza edildiği sultanlık sarayını ve sultanı da merak
ediyoruz doğrusu. Tarih boyunca bu ülkenin başı Avrupalı emperyalistlerden (Portekiz,
İspanya, İngiltere, Fransa ve son olarak da Hollanda) bir türlü kurtulamamış.
Osmanlı, Kanuni devrinde 1538, 1548, 1564’te üç defa Açe’ye yardım göndermiş.
Lakin en büyük yardımı (1568) 2.Selim (Sarı Selim) 22 parçalık donanma gönderip
Portekizlerin yenilmelerini sağlayarak yapmış, bu yardımlar asla unutulmamış ve
millet olarak bu gönül bağı, minnet duygusu devam ediyor. Endonezya halkında
Osmanlı hatırası hafızalardan silinmiş görünmüyor. Gerek iletişim kurduğumuz
insanlar gerekse duyduklarımız bu yönde şeyler… Maneviyat ve samimiyet üst
düzeyde biz Türklere karşı. Ayrıca ülkenin İslam dünyasında en fazla Müslüman
nüfusu(250 milyon) barındıran ülke olması da Endonezya’yı farklı kılan
özelliklerden biri…
Çok fazla tarihe girmek niyetinde değilim elbette
lakin burada gösterilen konukseverliğin bu ortak inanç ve tarih geçmişi ile çok
ilgisi olduğu kesin. Lobide kısa bir tarih ve şehir sohbetinden sonra, 1
saatlik istirahatin ardından 17.00 gibi Keraton Ratu Boko’ya gitmek
için sözleşiyoruz..
Jogjakarta Sultan Camisi ahşaptan yerel mimarinin görkemli bir
örneği. İlk girişte ana kapının üzerinde Osmanlı hilali bizleri karşılıyor, Dr.
Ferdai hemen Osmanlı hilalini fotoğraflamak istiyor… 1756 yılında inşa
edildiğini öğreniyoruz, bu büyük camii, kubbe kısmı üç katmanlı olarak Java
mimarisinde yapılmıştır. Dış avluda büyük bir grup ortaokul öğrencileri
ile dolu, erkekler önde kızlar arkada saf tutmuş öğle namazını kılmak üzere
camiye gelmişler. Başlarındaki hocanın söyledikleri duaları yüksek sesle
tekrar ediyorlar. Her birinin gözleri parlıyor, bize el sallayıp selam
veriyorlar bir yandan… Resimlerini çekip onlarla kısaca sohbet ediyoruz sonra
büyük camiyi gezdikten sonra sultanlığa ait Osmanlı halifesi tarafından verilen
Kâbe örtüsünden yapılmış Sancak’ı görmek istiyoruz, lakin bu kutsal
emaneti görmek sultanın iznine tabiymiş. Sultana ulaşmak kolay değil
çünkü sultan o sırada Japonya’da bulunmaktaymış… Buradan ayrılıp Walikota-Belediye
sarayını gezip oradan Taman Pintar müzesine geçiyoruz. İçerisinde
bir planetoryum, bilim müzesi ve bir etnografya müzesinin de bulunduğu bir
kompleks olan Taman Pintarı, bize kompleks müdürü hem bizzat gezdirip hem de
ülke tarihi hakkında bilgiler verdi.
Geceyi hotelimizde geçirip sabah kahvaltıdan sonra
hotel çıkışlarımızı yapıp Jogja havalimanına geçiyoruz. Caty Mikadonun VIP
servisinden istifade ederek Garuda Havayolu ile Jakarta’ya uçuyoruz..
Gün ortasına yakın Jakarta’ya ulaşıyoruz. Dostumuz
Triano bizi karşılıyor, oradan hep birlikte şehir turu yapıp öğle sonu dostumuz
Tevfik Bey’le bir kafede buluşup sohbet çay kahve faslından sonra Jakarta’nın
korkunç trafiğini de dikkate alarak saat altıda havalimanında olacak sekilde
sekizdeki THY uçağına binmek arzusuyla trafiğe 16.00’da çıkıp 18.10 gibi zor da
olsa varıyoruz… Biletlerimizi alıp eşyalarımızı teslim ettikten sonra bir
süre arkadaşlarımızla sohbet edip vedalaşarak İstanbul’a dönüş için giriş
yapıyoruz. Kontrol noktasının ardından freeshoptan kendimize çay ve Jawa
kahvesi, ve dahi dünyanın en pahalı kahvesi olduğu söylenen, bir hayvanın mide
fermantesinden süzülüp geliveren Luwak Kahvesi’nden de birkaç içimlik küçük bir
paket alarak uçağımıza adım atıyoruz… 12 saat sonra gözlerimizi İstanbul
Atatürk Havalimanı’nda sabah saatlerinde açıyoruz… Bizi çoğaltan her bakımdan
farklı bir deneyim olduğunu düşündüğüm bu gezi için yazdıklarım sadece ilk
aklıma gelenler olup “Umarım yeniden farklı bölgelerini de gezmek fırsatı
bulurum!” dediğim Java’nın misafirperver, güzler yüzlü, samimi ruhunu
temsil eden insanları selamlıyorum…
“TRİ
MAKASİH”(teşekkürler)
Yazı Ve Fotoğraf
Salih DOĞAN