
Nisan’da görmeli asıl Doğuyu, Güneydoğu’yu. Fırat ve Dicle
kıyılarında baharın en görkemli zamanlarına tanıklık etmeli insan. En güzel
süslerini takınmış mevsimin Nisan sonu. Turabdin coğrafyasının bir ucundan
diğer ucuna, Cizre’ye oradan Habur’a doğru yol alırken, geçip gittiğim yolu hiç
bu kadar güzel görmediğimi söylemeliyim.
Tarih Bölümünden
bir grup Yüksek Lisans öğrencimle Kuzey Irak’a, önce Erbil’e, vakit kalırsa
Süleymaniye ve Kerkük’e gideceğiz. Ortalama 7 saati bulacak yolculuk için
Batman’dan bindiğimiz ve her gün Erbil seferi yapan yolcu otobüsünde bütün
koltuklar dolu.
Habur’dan üçüncü
geçişim olacak bu. Önceki, geçen yılın baharındaydı yine. Daha önceki ise
yıllar evvel lise öğrencisiyken. İran-Irak savaşı devam ediyordu ve Bağdat ve
Kerbela harap haldeydi. Habur sınırı bana hep zahmetli geçişleri anımsatır.
Kilometrelerce uzayan kamyon kuyruklarına bu defa yüzlerce küçük araç eklenmiş.
2,5 saatlik bir bekleyişin ardından sınıra yakın Zaho’ya ulaşıyoruz. Burası
Kürdistan Bölgesel Yönetimine bağlı 100 bin nüfuslu bir şehir. Bana Türk
mallarının toptancı deposu gibi gelir hep. Habur Çayı şehri ikiye ayırıyor.
Sınırdan itibaren evlerin, işyerlerinin balkonlarında, çatılarında Kürdistan
bayrağı dalgalanıyor. Bütün yerleşim yerlerinde çok sayıda bayrak
görebiliyorsunuz.
Sonraki durağımız
Duhok. Her geçen gün gelişip büyüyen bir şehir burası. Milyonluk nüfusa sahip.
Adını verdiği üniversiteden şehri temaşa etmek mümkün. ABD’nin Irak’ı işgaliyle
başlayan kuzeye göçten hayli etkilenmiş. Çarşı pazarında otantik mekânlar bulma
imkânı yok. Uzakdoğu’dan gelen mallarla tıka basa dolu dükkânlar.
Bozuk yollardan
yavaş ilerleyen otobüsümüzle akşam sonrası Erbil’e ulaşıyoruz. Neredeyse 10
saattir yoldayız. Ishik Üniversitesi’nden Ahmet Dinç Bey arkadaşlarıyla bizi
karşılıyor. Hoş bir sohbetin ardından
sabah için dinlenmeye çekiliyoruz.
Asurlular
zamanında Arba-ilu, Arbela; eski İran kaynaklarında Arbira olarak geçen ve
gelişmiş bir kent olan Erbil, Aşağı ve Yukarı
Zab suları arasında kurulmuş. Musul, Altınköprü, Bağdat-Basra yollarının
kavşak noktasında bulunan şehir, Irak Selçukluları idaresinden sonra 1144
tarihinden itibaren Beytekin hanedanından Küçük Ali’nin ve Erbil Atabeklerinin
başkenti olmuş. Kökböri’nin evlâdı olmadığından, vasiyeti üzerine Abbasî
halifesine kalan Erbil, Moğol istilâsından sonra uzun müddet karışık ve
sıkıntılı dönemler yaşamış. 1731’de, Nadir Şah’a karşı uzun süre dayanan kale,
şehrin düşmesinden sonra harabe haline gelmiş ve 1849’da esaslı bir şekilde
tamir edilmiş. Erbil, Osmanlı döneminde, 19. yy. başlarına kadar Bağdat'a bağlı
bir kaza merkezi olarak idare edilmiş. Muzafferüddin Kökböri devrinde
(1136-1190) imar edilmiş bir şehir Erbil. Kökböri, devleti ve saltanatı küçük
olmasına rağmen, İslâm dünyasında büyük bir üne kavuşmuş. Aşağı Erbil’de yüksek
minareli bir ulu cami, bir medrese, 4 dârûl-aceze, dul ve yetim yurtları ile
ribatlar yaptırarak şehri mimarî eserlerle donatmış.
Erbil, Kürdistan
Bölgesel Yönetiminin başkenti. Kuzey Irak’ta olmak, yaşanan birtakım
talihsizlikler sonucu bilmeyenlerin nezdinde ürkütücü geliyor. Bölgeye
gideceğimi duyan eş dostun aman dikkat edin sözleri beni gülümsetiyor. Bütün
şehir ve çevresi müthiş bir hızla büyümeye devam ediyor. Üç milyona yakın
nüfusa yeni göçler ekleniyor. Batıdaki şehirleri aratmayan yapıları, alışveriş
merkezleri ve tahminlerin çok ötesindeki asayişi ile görülmeye değer. Hiçbir
emniyet sorunu yok. Suç oranı çok düşük. Gayet dindar bir halkı var şehrin.
Etnik ve dini unsurlar fazlaca. Asuri, Kürt, Türkmen, Ezidi, Süryani, Arap bir
arada yaşıyor. Yollarda sıkça pasaport kontrolleri can sıkıcı olsa da, şehre
girdikten sonra Türkiye’den geldiğinizi duyan halkın ilgisi sevdiriyor Erbil’i.
Yakın bir tarihte
Uluslararası Erbil Havaalanı’na Türkiye’den direkt uçuşların başlaması,
konsolosluk ve Türk bankalarının açılması, sınırdan günübirlik ticaretin yoğun
olması bölgeye gidenlerin sayısını arttırmış. İstanbul, Adana, Ankara, Mardin,
Gaziantep, Diyarbakır ve Batman’dan otobüslerle direkt Erbil’e gidebilirsiniz.
Dilerseniz Silopi’den sınıra kadar dolmuş taksilerle, sınırdan sonra da yine
dolmuş taksiler ile geçişinizi yapabilirsiniz. 15 günlük ücretsiz vize ile
birbirine fazla uzak olmayan şehirleri gezebilirsiniz.
Kaptanımız Mecid
bizi gezdiriyor. Caddelerdeki bütün arabalar yepyeni. Cuma günü tam, Cumartesi
yarım gün resmi tatil. Konsolosluklar var işlek caddeler üzerlerinde. İş yeri
ve kurum levhaları Arapça ve Kürtçe.
Yukarı Erbil
olarak bilinen Erbil Kalesi ve kale içinde şimdilerde boşaltılan mahalle, köni
şeklinde yığma bir tepe üzerinde bulunuyor. 15 m. yüksekliğinde surlarla çevrili
olan Erbil Kalesi, XIX. yy.’da savunmadan çok yerleşme alanı olarak
kullanılmış. Geniş duvarların üst kısımları geriye doğru daralan asma katlar
şeklinde konak, ev, depo gibi yapılar şekline dönüştürülmüş. Erbil’e gidenlerin
uğrak yeri burası. Kale içinde kısa bir tur attıktan sonra müze olarak
düzenlenen eski bir Erbil evine uğruyoruz. Prof. Dr. İhsan Doğramacı’nın
dedesine ait bir konak mevcut burada. Erbil kalesinde eskiden yerleşim
varmış. Kale içinin turizme
kazandırılması amacıyla boşaltılmış durumda. Fakat bir restorasyon faaliyeti
göze çarpmıyor.
Düzenlemesi
tamamlanan Erbil Meydanı bütünüyle gözler önünde. İbn el-Mustavfî olarak da
bilinen ve Sultan Kökböri döneminin Erbil Valisi, Tarihçi Mübarek bin Ahmed
Şerafeddin’in (1169-1239) çok büyük bir heykeli bulunuyor kalede. Burada herkes
fotoğraf çektiriyor. Bir grup küçük kız öğrenci grubu duvara oturmuş sohbet
ediyorlar. Onlardan beni izleyen birine “kız yoksa okuldan mı kaçtınız” diye
soruyorum. “valla kaçmadık, okuldan çıktık şimdi” diye atılıyor birisi. Kimi
Türkmen, kimi Kürt öğrencilerin arasına girip fotoğraf çektiriyorum.
Oradan Kayseri
Pazarı’na geçiyoruz. Türkiye’ye göre ucuz fiyata elektronik eşya almak isteyen
gruptan birkaç kişi ile ayrılıp fotoğraf çekmek için Osmanlı Çarşısı’na
giriyorum. Halep’te, Şam’da gördüğüm bedestenlerin aynı burası. Gezmekten,
esnafla hoşbeş etmekten çok keyif alırım. Selamımıza içtenlikle mukabeleler
alıyoruz. Çarşı içinde terziler, kasaplar, kumaşçılar, hediyelik eşyacılar ne
ararsanız var. İşte tam burada çay içmek için kendimize yer ararken Türkmen
Halil Dede ile karşılaşıyoruz. 80’lik Dede, Türkiye’den geldiğimiz öğrenince
keyifleniyor. L şeklindeki kahvenin duvarları çerçevelenmiş fotoğraflarla dolu.
Barzani’nin desteğiyle restore edilmiş dükkân. Sokak içindeki taburelere
oturuyoruz. Halil Dede bize Bakan Davudoğlu ile birlikte çektirdiği fotoğrafı
gururla gösteriyor. Ardından da, “Tayyip Erdoğan hoş çocuk” diyerek güldürüyor
bizi. Bütün Erbil bir yana, asırlık
çaycı Halil Dede’nin mütevazı dükkanında çay yudumlamak her şeye değiyor.
Titreyen elleriyle bizzat getiriyor arka arkaya içtiğimiz çayları. Ayrılırken
para da kabul etmiyor, ‘misafirden para alınır mı hiç’ diyerek. Her yerde Dolar
ve Türk Lirası kullanılabiliyor. Bankacılık sistemi gelişmediğinden kredi
kartıyla alışveriş imkânı yok henüz.
Erbil’in modern
yüzü düzenli, yemyeşil büyük parklarla da göze çarpıyor. Bunlardan biri de
Minare Park. Adını XI. Yüzyılda yapılmış ve hala dimdik ayakta duran bir
Selçuklu minaresinden alıyor. Hemen yanında bir teleferik istasyonu bulunuyor.
Erbil Ishık
Üniversitesi’nde ve kolejde yaptığımız temaslar, Rektör Serdar Hoca ile
sohbetimiz, öğrencilerle kaynaşmamız, Ahmet Hoca’nın misafirseverliği ayrıca
renk katıyor gezimize. Kuzey’le birlikte bütün Irak genelinde 20 kadar Türk
koleji ve bu okullarda okuyan 2500 öğrenci mevcutmuş. Türkiye hariç dünyanın
birçok ülkesinin ilgi odağı olmuş bölge. Özellikle Kore kökenli okullar,
firmalar çoğunlukta. Koreli firmalar iş alıp Türk şirketlerini taşeron olarak
kullanıyorlar. İşin kaymağını yiyen onlar. Fransızlar, Almanlar hep buradalar.
Konsolosluk açmışlar seneler önce.
Vakit darlığından
çok da uzak olmayan Süleymaniye şehrine, şiddet olayları sebebiyle Kürdistan
Bölgesel Yönetimi sınırları içinde olmayan Kerkük’e gidemiyoruz. Irak’ta
şiddetin son bulmasını ümit edip başka sefere diyerek Erbil’den ayrılıyoruz.
Yazı Ve Fotoğraf
Muammer ULUTÜRK