Diyarbarkır Ulu Camii, ULU CAMİ

Ulu olmak, ululuk atfedilmek, ululuğu yaşamak...   Bir atıfta bulunmak, bir değer biçmenin zahmetleri, hemen hemen orta yaşı geçmeye başlayan her insanın farkına vardığı bir durumdur. Selçuklular ve Osmanlılar bir İslam geleneği olan şehirlerin yaşam alanlarının en aktif olmasını istedikleri yerlerde veya en hareketli bölgelerde, fethedilen her şehirde orada bir büyük mabet bulunuyorsa onu camiye çevirmiş ya da yenisini inşa etmiştir. Merkezi oluşturan bu camilerin etrafına esnaf ve sanatkârlar yerleşmiş; buralar insanların ihtiyaçlarını karşılayacak, şehrin mutabık noktası hâline getirilmiş bir yaşam ve cazibe merkezi olmuştur. O şehri ticari, dinî, sanat ve toplumsal olarak ayakta tutacak fil ayağı veya ana sütun görevini üstlenen bu mekânlara takılan isimdir Ulu Camii.

Bu hafta Diyarbakır’ın ve doğunun cazibe merkezi Ulu Camii’nden bahsedeceğim.  Sevdiğim şehirleri soranlara cevap verirken Harem-i Şerif’leri üstünde barındırma şerefine nail olmuş üç şehri ve aziz İstanbul’u hep ayrı tutmuşumdur. Mescid-i Aksa hariç tüm haremi şeriflerde vaktini geçirme şerefine ulaşmış bir garip olarak söyleyebilirim ki hepsi de, huşunun ve huzurun tadı dimağımda lezzet ırmakları akıtırken ve büyüsünde kaybolduğum haşmetli mabetlerdi. Büyük bir derinlik muhteşem bir huzuru sunarken misafirine aynı zamanda küçüklüğünü, acizliğini de yaşatıyor. Diyarbakır Ulu Camii’ni bu yılın Mayıs ayında ancak tanıma fırsatım oldu. Kendisini “Harem-i Şerif” diye anan insanları doğrularcasına büyük bir huzur, fevkalade bir tat aldım dahası etkilendim, duygulandım. İnsan gayri ihtiyari oradaki huzurdan büyük bir keyif ve haz duyarken Müslümanlara kadim şehirlerde ulu birer cami yaptırtan o derin gücü hissetmiş oluyor. Bu toprakların mayasında bulunan vatan, millet, birlik, berberlik duygularının nasıl gelecek nesillere aktarıldığına da şahidi oluyoruz. Selam olsun, bu denli uhrevi güzellikleri buralara dikmiş yiğitlere!

Diyarbakır Ulu Camii

Şehirde bulunan tarihi camiler içinde en büyüğü ve en ünlüsü olan Ulu Camii, Anadolu’nun en eski camilerindendir. Yapı, 639 yılında Hz. Ömer Döneminde şehrin merkezindeki en büyük mabet olan Martoma Kilisesi’nin bulunduğu alana inşa edilmiştir. Daha sonra 1091 yılında Büyük Selçuklu Hükümdarı Melikşah’ın buyruğu ile büyük bir onarım gördüğünü, değişik dönemlerde birçok kez onarım ve eklentilerle bugünkü şeklini aldığını kitabelerinden öğrenmekteyiz. Büyük Selçuklu hükümdarı Melikşah, İnal ve Nisanoğulları, Anadolu Selçuklu hükümdarı Gıyaseddin Keyhüsrev, Artuklular, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan ve Osmanlı padişahlarından birçoğuna ait kitabeler caminin muhtelif yerlerinde görülmektedir. Erken İslam döneminin ünlü Şam Emeviye Cami’nin Anadolu’ya yansıması olarak yorumlanan Diyarbakır Ulu Camii, İslam âleminin 5. Harem-i Şerif’i olarak kabul edilmektedir. Ulu Cami’nin avlu cephelerinde farklı dönemlere ait mimari bezemeler, kabartma ve yazıtlar büyük bir uyum içerisinde yerleştirilmiştir. Tarihin her döneminde ibadet merkezi olarak kullanılan tarihî Ulu Camii, Diyarbakır’daki en büyük yapılar topluluğudur. İki camisi (Hanefiler ve Şafiler Bölümü), iki medresesi (Mesudiye ve Zinciriye), doğu-batı maksuresi, minaresi, abdesthane kısımlarından oluşmakta ve bütün bu külliyenin ortasında büyük dikdörtgen bir avlu bulunmaktadır. Camiye giriş üç ayrı yerden sağlanır. Doğuda olan kapı ana (taç) kapıdır. Ana giriş kapısının iki köşesinde aslanla boğa mücadelesini simgeleyen ve simetrik olarak işlenmiş kabartma bir figür bulunmaktadır. İki hayvanın mücadelesini konu alan ana giriş kapısı, oldukça geniş açıklıklı bir kemer şeklindedir ve avluya açılmaktadır. Camii, dikdörtgen şeklinde planlanmış ve çok sütunludur. Avlu içerisinde yer alan sekizgen planlı şadırvan, sekiz adet sütun üzerine oturtulmuştur. 800 yıldan fazla bir geçmişi olan güneş saati avlu içerisinde yer almaktadır. Bir metre kadar yükseklikteki yuvarlak bir mermer üzerine yerleştirilen metal parçasının, güneşin hareketiyle birlikte çevresinde dönen gölge marifetiyle zamanı göstermektedir. Başlıklı bir adet sütun üzerine yerleştirilmiş güneş saati, güneşin hareketlerine göre zamanı göstermektedir. Sibernetiğin babası olarak kabul edilen ünlü bilgin El-Cezeri’nin yaptığı güneş saatinin, caminin dışındaki meydanda bulunduğu ancak 1920’lerde şimdiki yerine getirildiği bilinmektedir. Diyarbakır’a gelen yerli veya yabancı turistlerin ilgi odağı olan yer yer çatlayan güneş saatinin, daha fazla yıpranmaması için çevresine demirden korunak yapılmıştır.

Yazı Ve Fotoğraf
Mustafa BİNOL