Defter Gezen İllüstrasyonlar

Seyahat etmek, pek çok kişi için anı biriktirmektir; bu, siz ya da arkadaşınızın poz vermesiyle zaman geçirdiğiniz güzel ve yeni bir yerin fotoğrafını çekmeyi de kapsar elbette ama bana göre seyahat etmek, sadece fotoğraf çekmekten ibaret değil. Gittiğim yerdeki anıların somut olması sanırım bana daha cazip geliyor. Bence çizmek, gezip gördüğünüz yerlerdeki anıları hatırlamanın ve saklamanın en iyi yolu.

Seyahat etmek, yaratıcılık açısından ilham almak için harika bir yol. Ancak geçip gittiğiniz pek çok köşede inanılmaz ayrıntılar vardır. Bu ayrıntıları atlıyor olmak aslında kaçırıyor olduğumuz bir şeyler olduğu hissi de yaratır. Ben bu hisse, gittiğim yerlerde bir süre duraksamak ve kaçırmak istemediğim ayrıntılara uzun uzun bakarak, onları tasvir ederek engel oluyorum.

Elbette ki hepimiz onlarca fotoğraf çekiyor ve bunları biriktiriyoruz. Fakat her seyahat dönüşümden sonra düşündüğüm meselelerden biri de aslında bu saniyelik olarak çektiğim fotoğraflarda ne hissettiğimdir. Onlarcası kameramda ya da telefonumda birikmiştir ve o anlardan ne kadarını hatırlıyorumdur. Bu nedenle deklanşöre hızlıca basmak ile oturup Eyfel Kulesi’ni çizmek arasında bana göre bariz bir fark var. Kalemim, defterim, kulağıma gelen sesler, havanın kokusu, geçip gidenler ve gülümseyenler, soru soranlar ya da bana eşlik edenler... Bütün bunlar belki de o gezilerin en anlamlı anlarıdır benim için. Çünkü en çok sevdiğim iki eylem, çizmek ve gezmek birleşir. O “an”ı yaşarım ve daha ötesinde bir mutluluk da yoktur benim için.

Şimdiye kadar gittiğim ve deneyimlediğim şehirlerden bir kaç yazı ve illüstrasyon çalışmalarını sunuyorum size, keyifle okumanız ve izlemeniz dileklerimle...

Belgrad

Şehirde arkadaşlarımla oturduğumuz bir cafe’de birbirimize planlarımızdan bahsederken yurt dışından açılan konunun ortak noktası Belgrad oldu. Beş kişilik gezi grubumuzla yaptığımız hazırlıkları ve uçuş sırasında yaşadığımız heyecanı hâlâ hatırlıyorum... Küçük ve konforlu otelimize yerleştikten sonra şehir merkezini keşfe çıktık. Ruhu olan ve en önemlisi günün her saati “yaşayan” bir şehrin orta yerine düşmenin verdiği hazzın yerini hiçbir şey tutamaz ve Belgrad bizde bu hissi yaratmayı kesinlikle başardı.

Bozcaada

 Tertemiz bir deniz, bozulmamış bir doğa, rengârenk sokaklar ve birbirinden lezzetli yemekler… Bozcaada’nın merkezini tarihsel olarak iki mahalleye ayırabiliriz: Türk ve Rum Mahalleleri. Şu anda böyle bir ayrım yok çünkü ne yazık ki adada pek Rum vatandaşımız da yok. Rum Mahallesi, bakımlı evleri ve Arnavut kaldırımlarıyla çok daha popüler. Zaten buradaki evlerin çoğu, otel ya da pansiyon olarak kullanılıyor. Mahallenin tam ortasında Meryem Ana Kilisesi ve saat kulesi bulunuyor. Rum Ortodoks cemaatine ait olan kilisede hâlâ ayinler yapılıyor. Bu sokaklarda yürürken evleri seyrederek Bozcaada huzurunu hissetmek, bana bir masal diyarı duygusu verdi. Kentten uzaklaşıp huzurlu doğasında yürüyüş yaparken bir sokakta karşıma çıkan kilisenin çizimini yaptım ve yaşayan bir anı olması için kameramla çektim. Sonra da bu fotoğraf gezi koleksiyonumun bir parçası olarak sergimde yerini aldı.

Filibe Antik Tiyatrosu

Yedi tepeli kentlerden biri olan Filibe’nin Cambaz Tepe ile Taksim Tepe’leri arasında bulunan, Roma dönemine ait bu tiyatro yapılan kazılar sonucu gün ışığına çıkmış ve en az Verona’daki benzeri kadar iyi korunmuştur. 117 yılında Roma İmparatoru Trajan tarafından yaptırılan bu Antik Roma Tiyatrosu 7000 izleyici kapasitesinde. Yaz aylarında dans ve müzik gösterilerine ev sahipliği yapan Antik Roma Tiyatrosu’nun sunduğu görsel şölen, bir köşeye oturup izlemelik. Benim için son gelişimden 7 yıl sonra bu mekânı yeniden görmek ve ayrıntılarını tasvir etmek ayrı bir zevkti.

Eyfel Kulesi

Paris seyahatim sırasında, bu masalsı kentin kendine has büyüsünün yanında, Eyfel Kulesi ve yanındaki atlıkarınca beni bir harikalar diyarında olduğuma inandırdı. İkonik yapısı ve manzaranın içinde olmanın verdiği keyif, kişisel bir deneyimin hayatım boyunca hatırlayacağım anlarını oluşturdu. Pek çok insanın düşüncesinin aksine Parisliler oldukça sıcaklar; çizimi yaparken zaman zaman başımı kaldırıyorum, gülümseyerek bana eşlik ediyorlar. İçlerinden biri Pakistanlı bir karikatürist, çizimlerini gösteriyor, “Tarz olarak farklı olabiliriz ama neticede severek yapıyoruz değil mi?” diyor ve gülümsüyor, ben de onaylarcasına başımı sallıyorum.

Selimiye Camii

Bulgaristan gezisi öncesi yolumun üstündeki Edirne’den geçerken bu azametli ve mimari harikası Cami’yi görüntülemeden geçmek olmazdı… Edirne dendiği zaman akla ilk gelen yerlerden biri de tabii ki ünlü Selimiye Camii. Selimiye'nin methini duymuştum ama gözlerimle gördüğümde daha da çok etkilendim ve Mimar Sinan'ın dehası karşısında bir kez daha hayran kaldım. Selimiye Camii’nin etkisi daha içine girmeden görkemiyle sizi etkilemeye başlıyor. Bu etki caminin içine girdiğiniz anda doruk noktasına ulaşıyor. Osmanlı döneminin en önemli eserlerinden olan bu önemli cami mutlaka gidilip, görülmesi gereken yerlerden bir tanesi...

Big Ben Saat Kulesi

Londra‘nın ünlü saat kulesi Big Ben 1288 yılında Westminster’da kuruldu. O zamanın adalet bakanı olan Ralph Hengham halktan topladığı cezalarla kulenin yapımını finanse etti. 1834 yılının ekim ayında çıkan büyük yangın sonrası Westminster sarayı ve içindekiler tamamen yok olmuştu.

Bu meşhur kule, hem filmlerde hem de dizilerde sayısız kere göründü. Jackie Chan ve Owen Wilson’ın oynadığı “Şangay Şövalyeleri (Shangai Knights)” filminde, Doctor Who dizisinin “Londra’nın Yaratıkları (Aliens of London)” bölümünde, Mars Saldırısı (Mars Attack), The Avengers ve hatta Büyük Fare Dedektifi (The Great Mouse Detective) filmlerinde görebilirsiniz.

Big Ben, bana göre görkemli bir yapı ve azameti simgeliyor. Londra’da iken saat kulesini görüp ondan ilham almak ve zamana meydan okuyan yapısını hafızama kazımak güzeldi. Ayrıntıların çok olduğu mekânları çizerken hafızama işleyen anılarımdan yansıyan çizimi sanatseverlere sunmaktan mutluluk duyuyorum.

Tower Bridge

Tower Bridge (Türkçe anlamı: Kule Köprüsü), İngiltere’nin Londra şehrinde Thames Nehri üzerinde yer alan bir köprüdür. Londra Kulesine yakın olduğu için “Kule Köprüsü” olarak adlandırılmıştır. 1894’te kullanıma açılan köprü, “baskül köprü” türü köprülerin en ünlülerinden biridir. Köprü yüksek seviyeden iki yatay yürüyüş yolu ve aşağıdan bir araba yoluyla birbirine bağlanmış iki kuleden oluşur. Tower Bridge ile London Bridge turistler tarafından çok karıştırılır; çünkü haklı olarak güzel ve şehrin simgesi olan köprünün (Tower Bridge), şehrin ismini taşıyan köprü (London Bridge) olduğunu düşünürler. Rüzgârlı Londra havasında zorlanarak bitirebildiğim çizim en sevdiklerim arasında yerini almıştı.

Moulin Rouge

Moulin Rouge kabaresi dünyanın en eski ve en bilindik kabaresidir. Aynı zamanda Paris’te yer alan salonun adı da Moulin Rouge’dur. Salon 120 yıl önce açılmıştır. Ancak bu denli yaşlı olmasına rağmen bu salon günümüzdeki en popüler salonlarla aynı standartlara sahip.’’Paris her zaman iyi bir seçimdir’ ’deyişinin en göz alıcı kanıtlarından biri de şüphesiz kırmızı değirmen… Renklerin ve mimarinin insanı içine çeken çok yönü var. Tasarım gücümün beslendiği bu yapıyı ilham kaynaklarımdan biri olarak tanımlarsam yanlış olmaz diye düşünüyorum.

 

 

 

 

 

Yazı Ve Fotoğraf
Tülay Palaz