
Modern bir dünyada yaşıyoruz. Modernizeyi yaşamımızın her
anında hissediyor dahası kullanıyoruz. Gelişme öylesine baş döndürücü ki, bu
gün kullandığımız bir nesne çok geçmeden tarih olabiliyor. Geçtiğimiz yıllarda
kullandığımız binlerce kelimeyi unuttuk çünkü ekonomik ve sosyal hayat bunu
gerektirdi. Örneğin bir yaba, pulluk, dirgen kelimelerini bu gün kaç gencimize
anlatabiliriz. Anlatamayız, yaşamımızdan çıktı bu nesneler.
Buna karşılık içimizden küçük bir kesim var ki hâlâ bin yıl
öncesini yaşıyorlar. Pek az değişikliklerle geçmiş geleneklerini, kültürlerini
koruyorlar. Kendi içlerinde dar bir sosyal hayat var. Üretimleri bin yıl öncesinin
göreneklerine göre devam ediyor.
Bunlar halen göçer yaşamını sürdüren Sarı Keçili Yörükleridir.
Kış aylarını Erdemli’den Bozyazı’ya kadar sahillerde geçiren
Sarı Keçililer yaz aylarında Bolkar Dağları’ndan Seydişehir yaylalarına kadar
geniş bir araziye yaylaya çıkarlar. Temel geçim kaynakları küçükbaş hayvancılık
olup ağırlıklı olarak kıl keçi beslerler.
Kadın erkek eşitliğini, dahası kadına saygıyı bu göçerlerde
gördüm. Hâlen kara kıl çadırlarda yaşayan bu ailelerde obanın temel direği
kadındır. Özellikle yaşlı kadınlara büyük saygı gösterirler. Yaşlı kadınlar
birer halk bilgesidir.
Göçerlerde, ayağının üzerinde durabilen herkese yapacak bir
iş var. Sanırım çok çocuk istemelerinin bir nedeni de bu.
Büyükler sürüleri otlatmaya giderken kuzu ve oğlak sürülerini
otlatma işi de çocuklara kalıyor. Küçücük kız çocukları bile bu işi
yapabiliyor. Ayrıca çadırın çevresinde kekik toplamak, pınar ya da çeşmeden su
doldurup gelmek de çocukların işi.
Obada erkek ve kadın eşit konumdadır. Kaç-göç yok. Kadınlar
renkli giysileri seviyorlar. Plastik, renkli ayakkabı giyiyorlar. Düğün ve
şenlik gibi özel günlerde bu renkli giyim daha da belirginleşiyor.
Göçerlerde yemek çeşitleri fazla değil. Obaya yakın yerleşim
yerlerinde pazar kuruluyorsa mevsimine göre çeşit artıyor. Temel yiyecekleri
yufka ve değişik süt ürünleri oluyor.
Obadaki yaşlı kadınlar gerçek birer halk bilgesi
durumundalar. Yaşadıkları ortam bunu gerektiriyor. Bir kadın yerine göre obanın
yöneticisi, doktoru, veterineri durumundadır. Çocuk hastalansa ilk tedavisini o
yapar. Koyuna, keçiye iğne vurulacaksa o vurur. Malın kırığını sarar, yarasına
merhem olur.
Obada yükün büyüğü kadının sırtında. Çadırın temizliği,
bakımı, yemek yapma, sağmalların sağımı, sürüyü otlatma, hastalıklı hayvanların
bakımı vb.
Bütün bu işlerin dışında boş bir zaman bulunca, çadırın
yanına kurduğu ıstarda kilim, çul, ala çuval dokuyarak obanın ekonomisine
katkıda bulunmaya çalışır. Geçmiş yıllarda kara çadırlarını da kendileri
dokuyorlarmış ama günümüzde çadır dokuyan pek kalmamış. Bunun yerine hazır
almak daha kolaylarına geliyor ama bundan pek memnun değiller. Hazır çadırlar
keçi kılından dokunmadığı için yağmuru geçiriyormuş. Kara kıl çadır yazın
sıcağında serin olduğu halde bu tip çadırlar çok sıcak oluyormuş.
Göçer Yörük kadınları iyi birer üretici olmanın
bilincindeler. Bütün geçimleri keçi sürüleri olduğu için, keçilerde doğum olayı
başlayınca yeni doğan yavruların bakımına, beslenmelerine büyük bir özen
gösterirler. Kimi obalar oğlaklar sağlıklı büyüsün, diye keçileri hiç sağmazlar.
Obada çocuk her şeydir. Çocuk yürüyünceye kadar anasının
sırtında ya da belinden bir kolanla çadır direğine bağlanmış olarak büyür.
Çocuk biraz hareketlenmeye başlayınca anne diğer işlerini yaparken çocuk
çadırdan çıkıp gitmesin, diye, belinden bağlanır. Toplumumuzda bazı kesimler
özellikle erkek çocuk isterken Yörükler böyle bir ayrım yapmaz. Kız/oğlan aynı
değerdedir.
Göçerlik binlerce yıllık bir kültür, bizim özümüz ama daha
ne kadar sürer bilinmez. Gelinen noktada her şey göçerliğin aleyhinde yaşlı,
bilge bir Yörük anasının dediği gibi göçerlik de yaylasını aldı ama özgürlüğüne
düşkün göçerler iskân olduklarında ne kadar mutlu olurlar onu bilemem.
Yazı Ve Fotoğraf
Zeki Oğuz