DOĞU’NUN İSTANBUL’U: SANGHAI

Geçtiğimiz haftalarda Alman menşeli ITB’nin Çin fuarı ITB China’ya katılmak üzere Çin’in ticaret merkezi Şanghay’a gittim. Daha önce hakkında olumlu olumsuz pek çok yorum duyduğum Çin’i görmek ve özellikle en beğenilen ve dünyanın en modern şehirlerinden biri olarak adlandırılan Şanhay’ı deneyimlemek muhteşem bir fırsattı. Açıkçası nelerle karşılaşacağım ile ilgili hiçbir fikrim yoktu. Genellikle bir ülkeye giderken detaylı bir araştırma yapardım fakat Çin ile ilgili araştırdığım tek şey Şanhay’da gezilecek yerler oldu.

Öncelikle Çin’e gidiş prosedürlerinden bahsedelim. Bu ülkeye öyle elinizi kolunuzu sallaya sallaya giremiyorsunuz. Yani Çin’e gitmek için haklı gerekçelerinizin olması gerekir. Çünkü Çin Devleti bordo pasaport sahibi Türk vatandaşlarına vizeye tabi tutuyor. Ancak vizeyi de vermiyor. Vize alabilmeniz için gitmenizi gerektiren duruma dair hem özel firma hem de resmi makamlardan davetiyeler almanız gerekiyor. Örneğin bir firma tarafından davet edildiniz önce sizi davet eden firma bir davetiye gönderiyor daha sonra o şehrin en yüksek makamından adınıza bir davetiye düzenlenmesi gerekiyor. Bunlarla beraber pasaport fotoğraf ve kimliğinizle konsolosluğa başvurduğunuz takdirde vize alabiliyorsunuz. En güzel tarafı vize sadece 7 iş gününde sonuçlanıyor.

Türk Hava Yolları ile yaklaşık 5 saatlik bir rötar ve 10 saatlik bir uçuştan sonra Pundong Havalimanına varıyoruz. Bizimle beraber bir uçak daha indiği için havaalanı oldukça sakindi tâki Çin’in “healt declaration” prosedürünü öğrenene kadar. Yaklaşık 500 kişi –ki bunların içinde Çin vatandaşları da var- gerek cep telefonu gerek kioskları kullanarak burada çıkan formu doldurup karekod almaya çalışıyorduk. Çok kolay olmadı elbette. Formda pek çok maddeye cevap vermek zorundaydınız. Ardından burada kalış bilgilerinizi içeren misafir formunu doldurup pasaport kontrolüne gidebildik. Tabi bu kadar kalabalık, sıcak ve yol yorgunluğunun vermiş olduğu stresle ateşim yükseldi. Kontrol noktasından geçerken gizli ateş ölçerler sayesinde tespit edildi ve revire götürüldüm. Burada covid testi yapıldı ve tekrar kontrol noktasına gittim. Ülkeye giriş yani pasaport kontrolü bana aslında Çin ile ilgili en önemli ipucunu verdi. Görevli, geldiğimiz fuarın amacına kadar her şeyi sorduğu gibi vizeyi nasıl aldığımı da çokça inceledi. Davetiyelerimi gösterdim ve eli titrer bir şekilde onaylayıp hemen gönderdi. Benim arkamda sıra bekleyen iş arkadaşlarım aynı görevlinin beraber olduğumuzu öğrenince onların girişini onaylamayarak başka bankoya gönderdiğini öğrendim. Veeeee Çin’e hoş geldin Tuğba J

Çin deyince hepinizin aklına gelen ilk şey eminim üç yıldır hayatımızı altüst eden Covid olmuştur. Benim de Çin’e giderken aklımda yalnızca bu soru vardı: Covid ne durumda? Öncelikle şunu söylemeliyim Çin sıfır covid politikasından Mart 2023 itibariyle vazgeçmiş. Böylelikle maske serbestliği getirip, seyahat kısıtlamasını da kaldırarak normalleşmeye başlamış. Sokaklarda maskeli insan görmek neredeyse mümkün değil. Hatta katıldığım turizm fuarında bile maske takan yalnızca birkaç kişiye rastladım.

Havaalanındaki koşturmacadan sonra rehberimizle buluşup yorgunluk atmak adına yemeğe gittik. Çin’de yeme içme mekânları çok yaygın ve genellikle yerel yemekleri tadabileceğiniz pek çok alan var. Biz ilk gece bir Moğol restoranına gittik. Türk damak tadına göre hazırlanmış nadir restoranlardan diyebilirim. Yerel lezzetlerin de servis edildiği bu restoranın çok kıymetli bulduğum bir tarafı var. Yemek yiyen herkese kapalı teneke kutu içinde toprak ve çim tohumu hediye ediyorlar. Önceleri bu kutuların içinde Moğolistan havası hediye ediyorlarmış J. Yemek alanları birbirinden paravanla ayrılmış 4 kişilik localardan oluşuyor ve masanın ortasında ızgara alanı bulunuyor. Kuzu şişler çiğ olarak geliyor ve önünüzde pişiyor. Yüzünüzün buradaki sıcaklıktan etkilenmemesi için alnınıza serinletici bant yapıştırıyor ve üzerinize kumaş önlük takıyorsunuz J. Saçlarınızı toplamanız için lastik toka, buharlanan gözlüklerinizi temizlemek için ise temizleme mendili de hizmetlerinden sadece birkaçı J. En güzel tarafı ise kibar, eğlenceli, pozitif insanların çalışıyor olması…

Açıkçası Çin’de turizm fuarı için geldiğimizden gezmek için kısa kısa vakitlerimiz oldu ancak sonuna kadar değerlendirdik diyebilirim. Şanhay’ın gezilip görülecek çok fazla yeri var çünkü asırlarca dünyanın en önemli liman kentlerinden biri olmuş. Şanhay Çince’de üstünde ve deniz anlamına gelen karakterlerden oluşuyor yani denizin üstüne kurulmuş şehir anlamına geliyor. Şehre İngilizcede Pearl of Orient (Doğu’nun İncisi) ya da Paris of East (Doğu’nun Paris’i) gibi çeşitli unvanlar verilmiş. Şimdilerde ise Çinliler hem bir ticaret merkezi olması hem de yarımada görüntüsünden dolayı Doğu’nun İstanbul’u diyorlar.

Şanhay, 35 milyon nüfusu ile Çinin en büyük şehri ve ülkenin ticaret merkezi. Aynı zamanda Dünyanın Nil ve Amazon’dan sonra üçüncü, Asya’nın ise en uzun nehri olan Yangtze Nehri’nin (Uzun Nehir) Çin Denizi ile buluştuğu yer. Çin’in doğusunda bir burun şeklinde kurulmuş tarihi bir şehir. Bu nehir yüzyıllarca hem Şanhay’ın hem de Çin’in ticari olarak gelişmesine önemli katkıda bulunmuş. Şehrin ortasından geçen Huangpu Nehri (Sarı Nehir) ise ticari ulaşımın önemli araçlarından biri. Ayrıca Şanhay’ı tarihi bölgeden ayırarak belirgin bir şekilde ikiye bölüyor. Deniz kıyısında kalan Pudong Bölgesi 1980’li yıllarda ilk kez inşa edilmeye başlanmış ve 1993 yılından itibaren ise şehrin ticaret merkezi haline gelmiş. Eskiden Pudong Bölgesi o kadar boş ve değersizmiş ki orada arsan olacağına diğer tarafta yatağın olsun daha iyi derlermiş. Bugün ise devasa gökdelenlerin bulunduğu Lujiazui yarımadasının da bulunduğu modern bir merkez. Buradaki Şanhay Kulesi Burc El-Halifa’dan sonra dünyanın en uzun gökdeleni. 632 m yüksekliğinde ve 128 kattan oluşuyor. 180 Yuan karşılığında en tepesine kadar çıkabiliyorsunuz. Ancak nem bulutlarının olmadığı öğle saatlerinde çıkmanızı tavsiye ederim yoksa şehri görmeniz pek mümkün değil. Buradaki ikinci yüksek bina ise 492 m yükseklikte 101 katlı Şanhay Dünya Ticaret Merkezi. Bölgenin en göze çarpan yapısı ise Doğu’nun İncisi Kulesi. 462 m yüksekliğinde olmasına rağmen sadece 14 kat bulunuyor. Bu katlar da kule üzerinde iki top şeklinden oluşuyor. Kuledeki katlar geceliği oldukça pahalı bir otel olarak hizmet veriyor. Gökdelenlerin muhteşem showunu ise nehrin karşısındaki Bund Bölgesinden izleyebilir ve şahane fotoğraflar çekebilirsiniz. Gece burası Asyalı turistlerle doluyor ve şehir merkezindeki en çok talep edilen turistik yerlerden birisi. Bund aslında bu şehrin her iki yüzünü de deneyimleyebileceğiniz bir yer. Çünkü bir tarafınızda I. Dünya Savaşı sırasında İngilizlerin yönetiminde bulunan alan ve görkemli bir Avrupa mimarisini deneyimlerken diğer tarafta modern Şanhay’ın yüzü gökdelenlerin nehre yansımasını izleyebilirsiniz.

  Ertesi gün Şanhay’ın en meşhur turistik merkezi Yuyuan Bahçesi’ne gittik. Türkçede “Mutluluk Bahçesi” anlamına geliyor. 1577 yılında Ming Hanedanı tarafından yapılmış. Zamanla tahrip olan bahçe ilk kez 1961 yılında ziyarete açılmış. Geleneksel Çin mimarisinin en güzel örneklerini taşıyan Yuyuan Bahçesi’nde yöresel yemeklerden hediyelik eşyaya pek çok ürüne ulaşmanız mümkün. Deniz ürünlerinin satıldığı ve sokak lezzeti olarak tadabileceğiniz marketler, çay satın alabileceğiniz çay evleri, geleneksel şeker, kek gibi atıştırmalıkların satıldığı dükkânlar ile gümüşçüler oldukça yaygın ve sınırsız çeşit bulunuyor. Hatta burada Çin’de metidatif etkisi bulunduğuna inanılan kokuların üretildiği dükkânlara da ulaşabilirsiniz. Bahçe her ne kadar turistik özellik kazanıp kalabalıklaşmış olsa da iç bahçelere girip balıklarla dolu küçük göletin üzerine kurulmuş köprülerle geleneksel evlerin yanı başında dolaşmak hala son derece huzur verici. Burada çalan müziklerle kendinizi Çin coğrafyasının yüksek dağlarında meditasyon yapıyormuş gibi hissedebilirsiniz.

Komünizmle yönetilen bir ülke olarak daha önce hiç tecrübe etmediğim bir ortamdı. Aslında bahsettiğim herkes Şanhay’ın kesinlikle Çin’in en yaşanabilir ve görülmeye değer en güzel şehri olduğundan bahsetti. İlk geldiğimde alıştığımız hayatın dışında yaşamanın zorluğunu hissettim. Özellikle iletişim konusunda. Hayatımızın parçası haline gelen sosyal medyaya dair hiçbir şeyi kullanamıyorsunuz. İnternet olağanüstü hızlı ancak ne whatsapp ne instagram ne facebook ve diğerleri… Çok mu gerekli diyebilirsiniz ancak yurtdışında memleketle iletişimde olmanın tek yolu maalesef bunlar. Sosyal medya kullanabilmeniz için VPN uygulamalarından yararlanabileceğimizi biliyorduk ancak bu o kadar kolay değil. Her hareketinizin izlendiği bir ülkede VPN kullandığınız tespit edilince hemen iletişiminiz kesiliyor bu da çok uzun bir süre değil 15 – 20 dk. İletişiminizin daha sağlıklı olmasını istiyorsanız kendi hattınızı kullanabilirsiniz. Size bununla alakalı orada karşılaştığım bir durumu anlatmak istiyorum: İletişim sıkıntısı ile baş etmeye çalışırken otel görevlilerinden yardım istemeye karar verdim. Kadın bir görevliye daha sağlıklı hangi VPN’yi kullanabileceğimi, whatsappa girmem gerektiğini söyledim. Kadın ülke yönetiminin bunları kesinlikle yasakladığını söyledi. Biliyorum ama siz instagram gibi uygulamaları nasıl kullanıyorsunuz dedim ve kadın bana instagram nedir biz bilmiyoruz diye cevap verdi ve hemen izin alarak yanımdan uzaklaştı. Bu olaydan sonra kimseye böyle sorular sorup onları zor durumda bırakmak istemediğimden kendi hattımı açtım.

Korku politikası ile yönetilmenin psikolojisini o görevli kadının yüzünde çok net gördüm. Orada yaşayanlarla konuştuğumda hiç kimse Çin ile ilgili olumsuz bir yorumda bulunmadıklarını fark ettim. Düşünsenize devletiniz sizi, her birinizi kontrol etme gücüne sahip, şehirlerde milyonlarca kamera var ve her biri sizi gözlerinizden tanıyor. Yaya olarak yol boş diye kırmızıda geçemiyorsun, kamera seni yakalayıp trafik lambasının üzerindeki ekranda herkese gösteriyor. Küçük şehirlere seyahat ettiğinizde devletin istihbaratı üşenmeden seni arayıp seyahatinin sebebini sorabiliyor. Seni dünyaya öyle kapatıyor ki Çin ile ilgili olumsuz gelişmeleri dünyaya yansıyan olumsuz haberleri duymanıza imkân yok.

1.5 milyar insanı yönetmenin yöntemini Çin böyle bulmuş: herkesi adım adım izleyerek. Ülkede kaos ortamına yer yok devlet hemen müdahale ediyor. Yaptırımlar o kadar güçlü ki halk hata yapmaktan çok korkuyor. Örneğin karşınızdakiyle tartışmaya girdiğinizde bunu kavgaya dönüştüremezsiniz. Kavga amaçlı temas etmenin bedeli 59 bin yuan. Ülkenin asgari ücretinin 2500 yuan olduğunu hesaba alırsak ciddi bir para. Bu arada asgari ücretle çalışan işçi sayısı yok denecek kadar az. Genellikle en düşük maaş 9 bin yuan civarında. Enflasyon covide rağmen %4 çıkmış şimdilerde ise %0.30 (Çin’in sayısal verileri doğru yansıtmama ihtimalini de unutmayalım) civarında seyrediyor.

Şanhay sokaklarını gezip insanlarla muhabbet ettikten sonra Çin’in aslında dünya ticaretini yönetebilecek kabiliyete ve fırsata sahip bir ülke olmasının yanı sıra dünyada gördüğünüz her şeyin de Çin’de muadili olduğunu gördüm. Elbette herkesin aklında kalan “Çin Malı” kavramından da bahsedeceğim. Gördüğüm kadarıyla Çin’de herkese her bütçeye hitap eden bir şeyler var. Yani dünya genelinde meşhur olan bir ürüne verecek paranız yok ise Çin bunu da düşünmüş daha düşük maliyetle üreterek sana sunmuş J. Fake (sahte) Market kavramı da böylelikle ortaya çıkmış. Dünyada henüz piyasaya sürülmüş bile olsa ertesi gün muadilini bulabileceğiniz bir pazar burası. Şanhay’da yalnızca bir tane var. Sağ ve solunuzda sıralı dükkânlar bulunan uzun koridorlardan oluşmuş kıyafetten çantaya porselenden elektroniğe pek çok ürünü bulacağınız fake marketler yalnızca Çin’e farklı ülkelerden gelmiş insanların tercih ettiği bir yer. Çok nadir bir Çinliyi oradan alışveriş yaparken görebilirsiniz. Bunun nedeni ise zaten burada satılan ürünlerin orijinallerinin de Çin’de halka dokunmayacak kadar ucuz olması. Burayı ziyaret etmek isteyenler için tek uyarım lütfen çok sıkı pazarlık yapın. 1000 yuan fiyat biçtikleri bir ürünü 100 yuana alabileceğinizi unutmayın J. Hatta kabul etmiyorlarsa dükkândan çıkın emin olun ki arkanızdan gelip sizin istediğiniz fiyata talip olacaklardır. Çok ucuza marka çantaların gözlüklerin birebir muadillerini bulabilirsiniz.

Şanhay’da bazı şeyler çok ucuz olabilir fakat çay hariç. Çay memleketi diyebilirsiniz ancak anlattıklarına göre çay çok zahmetli ve bu yüzden çok pahalı. Özellikle yeşil çay… Yüzlerce çeşidini bulabileceğiniz “tea house (çay evi)”larda çay altın gibi gram fiyatına satılıyor yani 1 gr çay 1 yuan (3.8 TL) ve buralarda yüzlerce bitkiyle istediğiniz karışımı da yaptırabilirsiniz. Ben yaseminli yeşilçay ve olong çayını şiddetle tavsiye ediyorum. Suyun ısıtılmasından sıcaklığının ölçülmesinden demlenmesine ve servisine kadar çay bir seremoni J. Burada çayın yanı sıra demleme fincanları da alabilirsiniz.

Şanhay’da alışverişi bırakıp başka güzel mekânları da gezebilirsiniz. Fuar alanının tam karşısında Çin’in modernize edilmiş mimarisiyle inşa edilmiş Sanat Müzesi mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri… Müze içinde dikkatimi çeken şey çocuklar için de sanat bölümünün ayrılmış olması. Dizaynı, düzeni ve içeriğine hayran kalacağınıza eminim üstelik bu müzeyi ücretsiz gezebilirsiniz.

Uçuş zamanını beklerken 2 yer daha gezme fırsatım oldu. İlki bir tapınak. Çin’deki dini yaşamın temeli Taoizm’e dayanıyor. Budizm, Hristiyanlık ve Müslümanlık da görülen inançlardan bazıları. Halkın pek çoğunun da belli bir dini inancı yok. Bu arada Çin genelinde Uygurlar hariç 80 milyon Müslüman yaşıyor. Yürürken yol üstünde bir tapınağın önünden geçtik. Geri dönüp burayı ziyaret etmeye karar verdim. Girişte 5 yuan ücret ödeyerek bilet alıyorsunuz ve size içeride yakmanız için tütsü veriyorlar. Tapınak her birisi kendi avlusuna sahip üç binadan oluşuyor. Çatılardaki heykelleri ve geleneksel mimarisi ile muhteşem bir mekân. Her odada tapınma alanları ve sunaklar bulunuyor. Tapınakta ilginç bulduğum şeylerden biri bazı odalarda yer alan ölü alanları. Çin’de hiç mezarlık olmadığını fark etmiştim. Ölüler yakılıp nehirlere atılıyormuş. O kadar nüfusa mezar yeri bulmanın zorluğunu düşününce çok haklı bir gerekçe. İşte insanlar tapınaktaki bu küçük ölü (mezar) alanlarından satın alıp bireylerin isimlerini yazarak gelip burada onlar adına dua edip sunular bırakıyorlar.

Şanhay’daki son durağım görmeyi çok istediğim yerlerden biri olan Yahudi Göç Müzesi… Müze II. Dünya savaşı sırasında Şanhay’a göç etmiş Yahudilerin yaşadığı mahallede onlara ait ev yapılarından birine kurulmuş. Müze yaşanmışlığı olan gerçek parçalardan (bazıları da aileler tarafından bağışlanmış) oluşmuş bir koleksiyona sahip ancak göç rotaları, yaşam alanları hatıraları dijital ile o kadar güzel bütünleştirilmiş ki müzeyi gezerken çok duygulandım ki bir müzenin bize hissettirmesi gerekenlerin böyle duygular olduğuna inanıyorum. Belki başka bir yazıda oradaki Yahudileri konuşuruz J.

Çin’de sosyal hataya dair öğrendiğim bazı bilgileri paylaşıp dönüş ile ilgili bilgileri vererek bu uzun yazımı tamamlamak istiyorum. Bulduğum herkese Çin’in sosyal hayatı ile ilgili sorular sordum. İlginç bir şekilde aile yaşamlarının bize çok benzediğini söylediler. Ataerkil bir yapıya sahip. Düğün gelenekleri kız isteme (tanışma diyebiliriz), düğün, nişan, kapıda bekletme, damattan para koparma vb. adetleri bizdeki gibi ancak kadınlar ailede daha baskın karakterdeler. Bir adamın evlenebilmesi için mutlaka evinin olması gerekir. Burada kız çocuğu dünyaya geldiğinde Çinlilerin geleneksel içkilerinden biri kızın babası tarafından yapılarak bahçeye gömülür ve evlenince çıkarılarak ikram edilirmiş. Düğünler sabah 6 gibi erken saatlerde başlıyormuş ve damadın düğünde alkol alması zorunluymuş. Maotai ve Baisiu gibi alkol oranları %40 ve %70 arasında değişen oldukça ağır geleneksel pirinç içkileri tüketiliyormuş ki bunlar da en lüks içki sınıfındaymış. Çinliler düğünlerde ve özel günlerde birbirlerine kırmızı zarf içinde para hediye ediyorlarmış hatta öyle ki bunu WeChat’te de yapabilmeleri için ona da kırmızı zarf özelliği konulmuş J. Yemekler genellikle (iş yemekleri de dâhil) hiyerarşik sıralama göz önünde tutularak düzenlenen yuvarlak masalarda yeniliyormuş. İş görüşmeleri de yemekli oluyormuş; genelde ki biz de fuardan sonra böyle bir iş yemeğine katılmıştık J. Şanhay’da çaydan çok bahsettik ancak çok ilginçtir ki dünyada en fazla Starbucks’ın bulunduğu şehir Şanhay. Nüfustan diyebilirsiniz ancak öyle değil. Adımınızı attığınız her köşe Starbucks. Hatta dünyanın en büyük Starbucks’ı da burada. Kahvenin serüveninin anlatıldığı bir kahve müzesi olarak da düşünebilirsiniz burayı. Fakat ilginç bir bilgi daha Çinliler kahveyi içindeki kafeinin zararından dolayı kötü bir içecek sayıyorlar ve çok az tüketiyorlar. Eeeee starbuckslarda ne satılıyor? Çay bazlı hafif kahveler tabi ki J.

Bu çay olayı da Çinlilerin bizim ülkeyi sevmeleri için bir sebep sanırım. Şaka değil Türkiye onlar için çok özel. En özel anlarını Türkiye’de yaşamayı tercih etmişler ve turizm için kapılar açıldığından beri yine bunun hayalini kuruyorlar. Çünkü burası onların Romantik Türkiye’si J hatta böyle bir şarkı bile var J. Fuardan edindiğin izlenimler ve görüşmelerim neticesinde Çin hem dünya genelinde hem de Türkiye içinde klasik seyahat rotasını artık değiştirmek istiyor, bunun için alternatif destinasyonlar arıyorlar. İki aya kadar uzayan MICE organizasyonları yapıyorlar. Türkiye içinde yeni sayılabilecek popüler destinasyonları Göbeklitepe ve Karadeniz Bölgesi. Konya’daki Çatalhöyük’ü ise bazıları bizden öğrendi, bazıları ise çoktan tanıyordu.

Çin çok zor bir ülke ama Şanhay çok keyifli bir şehirdi benim için. Umarım yolunuz düşer ve dünyanın öteki ucundaki yaşamlara tanık olursunuz.

Seyahatle kalın….

 

 

Yazı Ve Fotoğraf
Tuğba Hilal Kabakçı