Beni Ağlatan Fransız Maya

Maya sen kimsin? Fransız bir hoca mı? Osmanlı torunu mu? Hepsinden biraz mı?

 

Batum doğumlu Sultan Vahdeddin’in Bahriye nazırı ve başyaveri Ahmet Avni Paşa annemin dedesi ve Sultanla San Remo’da yaşamış. Oradan Lübnan’a geçmiş. Anneannem bir Lübnanlıyla evlenip Fransa’da yaşamış. Teyzelerim Fransa’da doğmuş. Annem ise Beyrut’ta. Ahmet Avni Paşa Harbiye Nazırı Gürcü Şakir Paşa’nın damadı idi. Sultan II. Abdülhamit'in eşi Bidar Hanım'ın annesi Şahika İffet Lortikapanidze Avni Paşa'nın akrabasıdır. Dolayısıyla ben hem iki paşa ile hem de II. Abdülhamit’in ikinci eşi ile akrabayım.

 

Murat Bardakçı büyük teyzem Fitnat Türkmenelli ile röportaj yaptı Şahbaba kitabını yazarken. Osman Öndeş ‘Vahideddin’in Sırdaşı Avni Paşa Anlatıyor’ kitabında ailemi anlattı.

 

(Maya, Sorbonne Üniversitesi Fransız sanatı ve edebiyatı mezunu ve bir devlet üniversitesinde Fransızca dersi veriyor. 10 senedir Türkiye’de yaşıyor. Eski eşi Dubai’den sıkılınca Singapur, Türkiye ya da Yunanistan seçeneklerini sunuyor. O da “Türkiye olsun, köklerim orda.” diyor eşine.)

 

Savaşçı olmasam dayanamazdım! Diğer arkadaşlarım 1-2 senede Fransa’ya geri döndü. Bizim kültürümüz sokaktaki Türk halkının kültürüne uymuyor. Biz herkese gülümsüyoruz, Türklerse utangaç. Kadın iyi günler deyince kibarlık olarak algılanmıyor. Eve yakın bir şarküteride satıcılara hep gülümseyip sohbet ediyordum. Sonra bir öğrendim ki arkamdan ileri geri konuşup hakaret ediyorlarmış. Sahibine gidip durumu anlattım ve bir daha onlardan alışveriş yapmayacağım gibi arkadaşlarıma da durumu anlatacağımı söyledim. Sahibi elemanları adına özür diledi ve onlara dilediğimi söyleyeceğimi bildirdi. Ben de onlara dedim ki “Bundan sonra içeri girince yere bakın, bana bakmayın.” O gün bugündür yere bakıyorlar ve ne “Günaydın!” diyorum, ne de “İyi günler.”.

 

Biz de araba, yayayı görünce durur. Burada durmuyor. Üniversite çıkışında bile durmuyorlar. Onlarla da savaşıyorum. Diyorlar ki, “70 milyon insan var, sen mi öğreteceksin.” Bir kişi öğrense yeter!

 

Türk Fransızca hocalarının Fransızcadaki yanlışlarını iyi niyetle düzeltiyordum ama anladım ki Türkler eleştiriye açık değil. Benle konuşmamaya başladılar. Ben güzel giyinmeyi seviyorum. Yargılıyorlar. “Buraya mankenlik yapmaya mı geliyorsun” diyorlar. Zavallı olacaksın, o zaman kabul. Şarkı çalarak ders işledim. Şikâyet ettiler. Bu şekilde Fransızca kelime öğretmek, akılda tutmak daha kolay hâlbuki. (Gerçekten 1983’de üniversite İngilizce hazırlıktayken bize de aynısını yaparlardı. Üstünden bunca sene geçmesine rağmen bu nasıl sorun olabiliyor anlayamadım.) Müdür bana “İşini yap, ortalarda dolaşma!” dedi. Oysa ben dersten sonra da öğrencilerle sohbet ediyordum. ‘Öğrencileri kendine âşık ediyor’ dediler. “Ayıp!” dedim, “Saygısızlık bu! Ben hocayım, ne yaptığımı biliyorum.”  Biraz Türkçe öğrenince derste dil öğrenmenin zor olmadığını anlatmak ve buzları kırmak için Türkçe konuştum beni gene şikâyet ettiler, “Derste Türkçe konuşuyor…” diye.

 

Ama öğrencilerim diyor ki, “Bizi aynı seviyede görüp insan olarak davranıyorsunuz, emir vermiyorsunuz. Korku içinde yaşamıyoruz. Biz öğretmenlerimizden bu arkadaşça, insanca tavra alışık değiliz. Sizi sevdiğimiz için, üzmemek için hata yapmamaya çalışıyoruz. Diğerleri bize aptal, diyecek diye korkuyoruz.”. Dersi anlamıyorlarsa, ne malum belki de ben aptalımdır!

 

Neden özel okul düşünmedin peki? Neden devlet üniversitesinde kaldın?

 

Ben buraya bir inançla hizmet için geldim, bana ihtiyacı olana yardım edeceğim inancıyla! Para verince eğitimi herkes alır. Şımarık çocuklara öğretmek istemiyorum. Benim gibi Sorbonne mezunu bir öğretmene kolay erişemeyecek çocukların hayatına dokunmak, onlarda bir farklılık yaratmak istiyorum çünkü onlar da benim hayatıma bir şeyler katıyor ve farklılık yaratıyor.

 

10 sene öncesinin Türkiye’sinden bugüne ne fark var?

 

O günlerde kızların kafasını zorla açıyorlardı. Yanlış buluyordum. Kimseye karşı önyargım yok ama bana karşı da olmamalı. Taksicinin terzinin “Demek Müslüman değilsin, yazık!..’ demesinden hoşlanmıyorum. Bana “Hayırlı cumalar!” denmesini istemiyorum, ben onlara “Hayırlı pazarlar!” demiyorum. Çok inşaat var, şehir daha karışık. Ulaşım ve hastaneler düzeldi. Kuyruklar daha az.

 

Peki, Türk halkıyla Fransız halkını karşılaştırsak?..

 

Türk erkekleri sahipleniyor, Türk kadınları da bundan hoşlanıyor. Bence buna gerek yok. Karşılıklı güvenip serbest bırakmak lazım. Erkekler annelerine çok düşkün, kimi zaman hastalık derecesinde. Türk kadınları çekingen. Hep “Babam, abim, kocam, komşum ne der!” diye yaşıyor. Herkes “yanındaki kim”, “Ne giydin?”le ilgili. Kültürel yapınız bizden farklı.

 

Türkiye’nin güzel taraflarına gelince sokakta düş, on beş kişi koşar. Hele yabancıysan akan sular durur. Merhamet var! Doğum günüm deyince esnaf pasta ikram ediyor. Bakkal peynir tattırıyor. Lokanta “Sana ne yapalım?” diyor. Arkadaşlarım diyor ki, “Maya, bunlar senin karakterinden kaynaklanıyor”. Asla! Fransa’da da ben aynı Maya’yım. Hiç böyle bir tavırla karşılaşmıyorum. Nefret ediyorum artık Avrupa’dan, dönmem! Fransızlar son 5 senedir “Yabancılar gelmesin!” diyorlar. Burada ise “Kıyamam, yazık, açalım kollarımızı!”’ diyorlar.

 

Geçen gün trafikte polis yakaladı. Yabancı öğretmen olduğumu anlayınca “Öğretmen yanlış yapıyorsa ben halka ne diyeyim, buyurun, devam edin!” dedi. Samimiyet var! Fransa’da kurallar var.

 

Annem “Orada terör var, para da kazanmıyorsun, dön artık!” diyor. “Mutluyum, yetmez mi?” diyorum, susuyor! Burada katkıda bulunuyorum, eser bırakıyorum, özel hissediyorum. Biz kralı deviren, özgürlüğe önem veren başkaldıran bir kültürün temsilcileriyiz. Özgürlüğün önemini öğretiyorum çocuklara. Bir öğrencim Fransa’da hukuk okudu, diğeri Sorbonne’da okudu. Ailesi göndermek istemedi, korktu ben ikna ettim. Şimdi çok mutlular.

 

Hiç mi yok komik hikaye?

 

Olmaz mı? Sordum bir gün öğrencilere, “Carrefour ne demek bilen var mı?” Yok, tabii! “Canım, şehrin her köşesinde olan yavşak!” dedim. Çok güldüler. Meğer ‘kavşak’mış doğru kelime. Türk öğrenciler de ‘boku’ diye okunan ‘çok’ anlamına gelen ‘beaucoup’ kelimesini kullanmaya çekiniyor ben de onlara gülüyorum.

 

Gelecek seneyi dört gözle bekliyorum. Türkiye’nin her köşesinden öğrenci geliyor. Diyarbakırlı, Rizeli, Vanlı öğrencimi şimdiden heyecanla bekliyorum.

 

“Paris’ten İstanbul’a dönünce toprağı öpmek istiyorum!” deyince gözyaşlarımı durduramadım artık!

 

Yazı Ve Fotoğraf
Mehpare Sözener